erotik shop
Bugun...


Cemaate Paralel Örgüt: Gülen Grubu ve Nurculuk Örneği
Dinî ve tabiî bir birlikteliği simgeleyen Cemaat, ‘kapalı ve kriminal’ bir kisveye büründüğünde Örgüt’e evrilir veya paralel örgütünü doğurur. ‘İnsan topluluğu’ anlamına gelen ‘cemaat’, dini bir terim olarak ashab, müctehid imamlar veya her devirdeki müslümanların büyük çoğunluğu demektir. Müslümanların genel algısına göre cemaat, sosyal hayatta İslam’ın en güzel şekilde yaşanması için, tıpkı ‘cami cemaati’ gibi ibadet duygusuyla biraraya gelen doğal, denetlenebilir, şeffaf insan topluluklarından oluşur. Her toplumsal grupta bulunan dayanışma ve mahremiyet, cemaatler için de geçerli olmakla beraber, cemaatlerin sapması, ‘örgüt’ü doğurur. Sosyal bilimlerde belli bir amacı gerçekleştirmek üzere kurulan, belli bir yapıya ve devamlılığa sahip sosyal ilişki biçimi olan örgüt, Türkiye’de hukuk dilinde kriminal yapılar için de kullanılmaktadır.

facebook-paylas
Tarih: 11-08-2016 15:49
Cemaate Paralel Örgüt: Gülen Grubu ve Nurculuk Örneği
+ -

Dinî ve tabiî bir birlikteliği simgeleyen Cemaat, ‘kapalı ve kriminal’ bir kisveye büründüğünde Örgüt’e evrilir veya paralel örgütünü doğurur. ‘İnsan topluluğu’ anlamına gelen ‘cemaat’, dini bir terim olarak ashab, müctehid imamlar veya her devirdeki müslümanların büyük çoğunluğu demektir.[1]

Müslümanların genel algısına göre cemaat, sosyal hayatta İslam’ın en güzel şekilde yaşanması için, tıpkı ‘cami cemaati’ gibi ibadet duygusuyla biraraya gelen doğal, denetlenebilir, şeffaf insan topluluklarından oluşur. Her toplumsal grupta bulunan dayanışma ve mahremiyet, cemaatler için de geçerli olmakla beraber, cemaatlerin sapması, ‘örgüt’ü doğurur.

Sosyal bilimlerde belli bir amacı gerçekleştirmek üzere kurulan, belli bir yapıya ve devamlılığa sahip sosyal ilişki biçimi olan örgüt, Türkiye’de hukuk dilinde kriminal yapılar için de kullanılmaktadır.

Buna göre örgüt; elemanlarının aklını devre dışı bırakan, gizli ajandası olan, karar alma süreci karanlıkta kalan, ilim, liyakat ve ehliyetin yerini itaate bırakan, din ve diğer tüm değerleri örgütsel hedefler için seferber eden, güç ve otorite kurmaya odaklı hiyerarşik, katı ve dikta tüm yapılardır.

Örgüt, elemanlarının aklını örgütsel uğraş ve propagandayla meşgul ettiğinden, örgüt üyesi aklının devre dışı bırakıldığını kolay kolay farketmez. ‘Eleman’ın aklının devre dışı bırakıldığının en önemli göstergesi, örgütsel her söylem ve eylemi doğru bulması, dün ak dediğine bugün rahatlıkla kara diyebilmesi, gerisini ise ‘maslahat ve ben bilmem örgütüm bilir’ bahanesine havale etmesidir.

Örgütlerin kararlarının ve karar alma mekanizmalarının bilinmemesi; şeffaf, denetlenebilir ve tartışılabilir olmaması da gizli ajandalarının bulunduğunun en açık kanıtıdır.

Yine örgütler ilim, uzmanlık gibi tüm değerleri eğip bükmek suretiyle ‘örgütsel politikaları teyid ve tekid aracı’na dönüştürmek için kullanır. Örgütün ilme göre kendisine ‘çekidüzen vermek’ gibi bir endişesi yoktur. Örgütlerin kendilerine çekidüzen vermesi, büyük oranda uygulamalarının başarısız olması ve karşılaştıkları reaksiyonlarla ilgilidir. Bu nedenle itaat her zaman ilme/doğruya yeğ tutulur ve hiyerarşik yapının işleyişinin güçlendirilmesi esas alınır.

Örgütlerin bir diğer sapması da güç ve otoriteyi hedeflemeleridir. Örgütler için başarı ölçüsü, elde ettiği güç ve tesis edebildiği otoritedir. Örgütler, nicelik/sayı anlamında güçlerine güç kattıkları ve otorite alanlarını genişlettikleri nisbette hedeflerine ulaşmakta, haklılıkları pekişmekte ve ‘elemanlar’ın motivasyonu artmaktadır.

Tüm bunlara ek olarak örgüt ‘eleman’ları arasında hiyerarşik bir yapı sözkonusudur.Bu hiyerarşi istihbarat örgütlerini andırır, katıdır ve gerek kendisine direnene, gerekse de düşmanına/muhalifine karşı dikta denebilecek düzeyde ‘amansız ve acımasız’dır.

Konumuzla yakından alakalı ve anlamak bakımından aydınlatıcı olan cemaat ve örgüt kavramlarını kısaca değerlendirdikten sonra, Nur Hareketi’nin ve Gülen Grubunun tarihsel gelişimine bakalım.

Kamuoyunda Nur Cemaati, Nur Talebeleri ve Nurcu gibi isimlerle bilinen, Türkiye’de en köklü, etkili ve yaygın İslami kesimi[2] temsil eden hareketin temeli fiilen 1926 yılında Isparta’nın Barla Köyü’ndeBediüzzaman Said Nursi tarafından atıldı. 1926-1934 yılları arasında kuruluş, 1935-1960 yılları arasında oluşum, 1960-1980 arasında da gelişim dönemini geçiren hareket[3], 1960 yılında Said Nursi’nin vefatından sonra geniş bir yelpazede farklı tonlardan oluşan doğal ve yaygın bir camiaolarak varlığını devam ettirdi ve güçlü bir şekilde günümüze kadar geldi.

Hareketin ‘kitap merkezli’ olması ve gizli-kapaklı istihbari niteliklerinin bulunmaması tüm dönemlerde en dikkat çekici, değişmez özelliği oldu.

Bediüzzaman, Türkiye’de siyasi tarihin saltanat, meşrutiyet, cumhuriyet ve demokrasi devrelerini yaşamış bir İslamâlimi olarak gerek Nur hareketinden öncegerekse sonra, düşüncelerini yazılı bir şekilde ortaya koydu ve yazılı metinler üzerinden İslam’ı yaşama ve objektif değerlendirme yapma imkânı sağladı.

Kendisini ‘Hizmet Hareketi’ olarak nitelendiren, bugünse daha çok ‘Paralel Devlet Yapılanması’ (PDY) olarak anılan örgütlenmenin temeli ise, imam ve vaiz Fethullah Gülen tarafından 1970’li yıllara doğru atıldı.

Gülen, 1954 yılında 13-14 yaşlarında iken Erzurum’da Mehmet Kırkıncı’dan Bediüzzaman’ı duydu, Risale-i Nurları okumaya başladı. Bediüzzaman’ın hayatta olduğu 6 senelik süre zarfında onu ziyaret etmedi. Ziyaret etmeme gerekçesini Zaman Gazetesi'nde “Allah böyle bir dehayı niçin İslam'ın Kılıcı olmuş Türklerin içinden değil de, Kürtlerden çıkarttı' diye düşündüm. Türklük gururum Said-i Nursi'nin ziyaretine gidip elini öpmeme engel oldu” şeklinde açıkladı. Bir başka yerde şunları söyledi: “Her Erzurumlu gibi bizde biraz Turancılık vardı. Onun için ziyaret etmedim Bediüzzaman'ı.”

Tarz-ı hareket olarak Gülen’i, Bediüzzaman’dan çok Yaşar Tunagür etkiledi. Tunagür, Alparslan Türkeş’in de içinde bulunduğu 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra Edirne’ye müftü olarak tayin edildi. Bu sırada Edirne’de imamlığa başlayan Fethullah Gülen, Tunagör’le tanıştı ve etkisinde kaldı. Kimilerince “Demirel'in Diyanet'teki eli” olarak nitelen Tunagür’ün, o dönemde de devlet erkânıyla yakın ilişkileri vardı ve Edirne’de vali gibi bir kısım devlet erkânına karşı Gülen’i himâye etti.

3-4 senelik Edirne yaşamından sonra askere giden Gülen, askerden sonra 1963 yılında geldiği Erzurum’da Komünizmle Mücadele Derneği’nin 2. şubesinin kuruluşunda yer aldı ve Halkevleri’nin Erzurum şubesi yönetimine girdi. 1965’te Kırklareli’ne, 1966’da da Tunagür’ün tensibiyle İzmir merkez vaizliğine atanan Gülen, tüm bu yıllarda ve sonrasında Tunagür’le çok yakın ilişki içerisinde oldu ve grubunun temellerini İzmir’de attı.

30’lu yaşlara kadar, Risale-i Nur talebeleriyle dediyalog içerisinde bulunan Fethullah Gülen, 1970 yılında Milli Nizam Partisi’nin kuruluş evresinde Nurcuların çıkardığı İttihad Gazetesi’nde MNP’ye karşı çıkılmasını tasvip etmedi ve Nur Talebeleriyle ters düştü. Bu sırada Gülen’in Nurculuğun dışında biri olduğu söylentileri çıktı.[4] Yine bu dönemde Gülen’in Nur Camiası’yla ters düştüğü ikinci mesele yaşandı. Gülen, Bediüzzaman’dan sonra Nur Camiası’nın öncülüğünü yapan Zübeyir Gündüzalp’in talimatıyla hazırlanıp dağıtılan “Tarihi Vesikaların Işığı Altında İslami Hareket ve Türkeş” adlı MHP karşıtı kitabın dağıtılmasına karşı çıktı.

1971 yılında yargılanan Gülen,‘Nurcu’ olmadığını söyledi. 1973 yılında MSP’ye oy veren Gülen’in, 1974 yılında Nur Camiası’yla ilişkileri tamamen kesildi. Ta o yıllarda Nur Hareketi’nden bağımsız bir şekilde faaliyet gösteren biri olarak tanındı. Nitekim Gülen, Ankara 2 Nolu DGM'nin 2000/124 numaralı dosyasına sunduğu savunmasında da bir kez daha: “Hiçbir akıma mensup bulunmadığımı ve dolayısıyla 'Nurcu' da olmadığımı defalarca ifade ettim.” dedi.

70’li yıllarda, Nur camiasının aksine, devlet memurları ve siyasilerle bir hayli yakın ilişki içerisinde, kendine özgü bir şekilde örgütlenen Gülen Grubu, 1978 yılında merkezi İzmir’de bulunan Türkiye Öğretmenler Vakfı kanalıyla Sızıntı dergisini yayınlamaya başladı. Gittikçe devlet ve siyaset ilgisi/ilişkisi belirginleşen Fethullah Gülen, 1980 yılının Şubat ayında verdiği bir vaazda: “İstihbarat duysun, emniyet duysun, askeriye duysun, başbakan duysun, riyaset-i cumhuriye duysun. Polise, askere kurşun sıkan bu hainlere mahkemelerde gereken ceza verilmezse ne devlet kalır, ne millet!” dedi.

1986 yılında Nokta Dergisi 51. sayısında Gülen grubunu hedef göstererek“Orduya Sızan Dinci Grup” haberine yer verdi ve aynı yılın Aralık ayında Kuleli Askeri Lisesi’nden 33, Bursa Işıklar Askeri Lisesi’nden 16, İzmir Maltepe Askeri Lisesi’nden de 17 öğrencinin Gülen grubuyla ilişkisi bulunduğu gerekçesiyle askeri okullarla ilişkisi kesildi, 100 öğrenciye de ihtar verildi.

Fethullah Gülen ve grubunun Nur Talebelerinden farklı bir çalışma anlayışına sahip olduğu, farklı hedefleri bulunduğu ve farklı ilişkiler içerisinde olduğu ta o yıllarda bariz bir şekilde görüldü. Bu anlamda bu grup hiçbir zaman, şeffaf bir hizmet yelpazesi olan Nur Camiası içerisinde yer almadı.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan yakın zamanda kaleme aldığı "Bediüzzaman Üzerinden Psikolojik Savaş"başlıklı yazısında Risale-i Nur ile Gülen hareketi arasında 17 fark bulunduğunu yazdı. Tarhan’a göre Risale-i Nur Hareketi’nin 3 ana ayağı vardı ve Gülen Grubu bunlardan ikisiyle uyumsuzluk içerisindeydi. Bunlar; “1-İman hakikatlarıyla ilgili kitapları ile temel eğitim, 2-Lahika kitapları ile hizmette metodoloji eğitimi ve sosyal konularda rehberlik örnekleri, 3-Müdafaalarla ilgili kitapları ile saldırılara savunma stratejileri” Tarhan’a göre, 1970’li yıllarla birlikte (yani başlangıcından bu yana) Gülen Grubu Risale-i Nur eserlerinden faydalandı; ancak tarz-ı hareket olarak farklı bir metodoloji uyguladı, Nur Hareketi’nin 2. ve 3. ayaklarını gözönüne almadı.

Fikri Arka Plan: Cemaat’e Paralel Örgüt

Müslüman dünyasının birkaç yüzyıldır ‘batı’ karşısında her bakımdan devam eden gerileme ve çöküş sürecinin yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde dibe vurması, çeşitli arayışlara yol açtı. Bu arayışlardan bir kısmı tamamen tabiî zeminde kendi kökleri üzerinde yeşillenirken, bir kısmı dış odakların müdahalesi, bir kısmı ise dışsal unsurların etkisiyle şekillendi.

Bir iman ve restorasyon hareketi olarak Nur Hareketi, işte böylesi bir zamanda tabiî/Kur’anî zeminde şekillenip dal budak salan hareketlerin başında gelir. Said Nursi öncülüğündeki hareket, inhidamın komplikasyonlarından ve dış müdahalelerden berî bir şekilde, yaşam reçetesi ve yol haritası olan Kur’an’dan direk ilhamını almak, birkaç yüzyıllık ihyâ hamlesi olan Nakşibendi geleneğine yaslanmak, çağın dil ve getirilerini gözönünde bulundurmak suretiyle bir iman ve restorasyon hareketi olarak yükü omuzladı. Bu hareket merkezine iman, ibadet ve ahlâkı aldı. Kanun-u fıtrata mutabık bir usul üzere gelişti, genişledi. Bu anlamda hiçbir dönemde başla ayakların, kalp ile bağırsakların yerini değiştirmek gibi bir sapmaya prim vermedi.

Zaman ve zeminin durum, imkân ve ihtiyacını görerek nuru kuşandı, topuzu (siyaset) bir kenara koydu. Bediüzzaman; “Elhamdülillah, siyasetten tecerrüd sebebiyle, Kur’an’ın elmas gibi hakîkatlerini propaganda-i siyaset ittihamı altında cam parçalarının kıymetine indirmedim.”[5] diyerek çabasını yorumladı.

Müsbet hareketi esas aldı, Müslüman toplumların iç sorunlarını kuvvet yoluyla çözme düşüncesinin zinhar karşısında durdu.“Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler âsâyişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.”[6]dedi.

Siyasete layık olduğu kıymeti biçti, “Hakikat-i İslamiye, bütün siyasâtın fevkindedir”[7] dedi ve hiçbir hareketin kendisini İslam’ın merkezinde görme ve yekdiğerini ötekileştirip itme yönelimine prim vermedi.

Gücü hiçbir zaman öncelemedi, önemsemedi, taltif etmedi. Her zaman hak penceresinden Halık’ın rızasına odaklandı. İtmedi, ötekileştirmedi, kavga etmedi, kaos çıkarmadı. Elbette hangi kılık ve kimlikte olursa olsun hiçbir zorba ve müstebide de boyun eğmedi, yanaşmadı, yamanmadı. Daima küfür ve dalaletin karşısında saf tuttu.

Particilik ve grupçuluğun modern çağda hele de ‘din kisvesiyle’ desteklendiğinde nasıl yıkıcı etkiler doğurabildiğini gördü ve ‘Şeytan’dan Allah’a sığınır gibi’ bu yönlü bir siyaset ve sapmadan Allah’a sığındı.“Bir kısım dindar ehl-i siyaset, dini siyaset-i İslâmiyeye âlet etmeye çalışmışlardı. İslâmiyet güneşi yerdeki ışıklara âlet ve tabi olamaz. Ve âlet yapmak, İslâmiyetin kıymetini tenzil etmektir, büyük bir cinayettir.”[8] dedi.

Nur Hareketi, kuruluşundan günümüze değer ve kitap merkezli, aleyhine de olsa İslam’ın ahlâki prensiplerine sıkı sıkıya tutunan, tamamen sivil, sempatik, seviyeli, saf ve şeffaf bir şekilde yol aldı.

Bir süredir Türkiye’de ‘Paralel Örgüt’veya ‘Paralel Devlet Yapılanması’ (PDY) olarak bilinen örgüt ise tabiî bir zeminde değil, dış müdahale tartışılsa bile, dış etkilerle şekillendi. Paralel örgütün yapılanma ve yayılma felsefesini masonik teşkilatlar oluşturdu. ‘Kuyuya nereden düşüldü ise çıkış yeri orasıdır’ düşüncesiyle müslümanların çöküşünü mason ve misyonerlerin çalışma tarzına bağlayan örgüt; ancak o çalışma tarzını taklitle başarı elde edebileceğine inandı ve yola koyuldu. Haliyle bu da sinsi bir örgütlenme ve teşkilatlanma tarzının önünü açtı. Bilindiği gibi sinsi örgütlenme ve çalışmalar, birey ve grupları kimliksizleştirir ve kişiliksizleştirir. Öyle ya; “uzun süre maske takarsan altındaki kişiliği de unutursun.” Cemaatten çok bir örgüt olarak yola koyulan Paralel Yapı, başlarda farklı olsa da, ‘örgütçülüğün tabiî bir sonucu’ olarak  zamanla kimliksizleşip kişiliksizleşti.

Bir avukat olarak Türkiye’nin birçok ilinde emniyet ve adliyede görme ve gözlemleme imkânı bulduğum bu örgüt,‘din ve devlet ridasına bürünmüş kriminal bir suç örgütü’ intibahını veriyor ve amaçları için her şeyi mübah gören ve her türlü cürmü irtikâp etmekten perva etmeyen bir yapı olarak tüm kriminal örgütler gibi etrafa korku salıyordu.

Müslümanlığın tabiî zemininde şekillenmeyen bu örgüt, çağımızda başarılı bir İslam okuması olan Nur Hareketi’nin birey ve kitleler nezdindeki potansiyel ve cazibesini erken dönemde görüp amaçları için kullandı.[9] Örgüt tabanı kimliğini ibraz edemediği yerde, kendisini ‘nurcu’ olarak tanıttı. Bu da halk nezdinde bir ‘galat-ı meşhur’un oluşmasına yol açtı. Gerçekte ise Nurlu bir ‘cemaat’e ‘paralel örgüt’ten başkası değildi.

Örgütün mayasını dinle karılmış Türk milliyetçiliği, benmerkezcilik, örgütçülük, sinsilik, istihbarat, kuvvet ve iktidar ilgisi oluşturdu. Nur Hareketi ise ‘cemaat niteliği’yle bu yönlü bir düşünce, çalışma tarzı ve görünümden fersah fersah uzaktı.

Son dönemde istihbarat, polis, asker ve uluslararası ilişkiler odaklı tezahür eden paralel örgütün, tüm bunlardan beri bir maneviyat ve iman cereyanı olan Nur Camiası’yla bir alakasının bulunmadığı, en fazla makbul ve meşru bir cemaate paralel,‘merdud bir örgüt’ olarak kabul edilmesi gerektiği apaçıktır.

Nitekim Bediüzzaman Said Nursi'nin talebelerinden Abdullah Yeğin, Hüsnü Bayramoğlu, Salih Özcan, Mehmet Fırıncı ve Abdülkadir Badıllı da 31 Aralık 2013 tarihinde yaptıkları açıklamada: “Cemaat adına siyasi faaliyette bulunmak, siyasi partilerle pazarlıklar içine girmek, devlet içinde kadrolaşmak, iktidara ortak olmaya çalışmak gibi faaliyetlerin tamamı Risale-i Nur’un iman ve Kur’an hizmetiyle tam bir tezat teşkil etmektedir” demişlerdir.

Sevdası iman olanlarla, sevdası iktidar olanlar bir değildir. En fazla iktidar sevdası iman kisvesine bürünebilir. Bu da çok fazla gizlenemez. Düşmanlık ettiğinde haddini aşmak bir münafıklık alametidir. Ellerine güç ve kuvvet geçtiğinde muhalif gördüklerine dönük tavırlarından, sevdası iktidar olan ikiyüzlü muhterisleri anlamak mümkündür.

Sonuç itibariyle; ‘cemaat kisvesine bürünmüş örgüt’lerin nerelere evrildiğini, nelere mal olduğunu ve insanların ‘elinden ve dilinden emin olmadığı elemanlar’ yetiştirdiğini görmek açısından Paralel Örgüt iyi bir laboratuvar olmuştur.

Müslüman akıl, bundan ibret alır da ‘doğasını koruyan cemaat’leri tanıyıp teşvik ederken,‘din kisvesindeki örgüt’leri ve örgütleşme temâyülünü mahkûm ederse, bundan büyük kazançla çıkacak; İslam ahlâkının neşvünema bulmasına vesile, aziz İslâmiyet’in‘darbe’lenmesine ve zarar görmesine de mâni olacaktır.


[1] Bknz. Dini Kavramlar Sözlüğü, Yay. Haz.: Doç. Dr. İsmail Karagöz, DİB. Yay., Ankara 2005, s. 92.

[2] Bknz. Hasan Hüseyin Ongun, Başlangıçtan Günümüze Said Nursi ve Nurculuk Hareketi; M. Hakan Yavuz, Bediüzzaman Said Nursi ve Nurculuk, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: İslamcılık.

[3] Bknz. Hüseyin Arslan, Dini Gruplar Ve Siyaset, Ankara Okulu, Ankara, 2012, s.42.

[4]Bknz. age, s.162.

[5] Mektûbat, On Üçüncü Mektub

[6] Emirdağ Lahikası

[7] Hutbe-i Şamiye

[8]age

[9] Bediüzzaman ve Nur Talebeleri’nin halk nezdindeki güven, meşruiyet ve prestijinden faydalanmak isteyen başka örgütler de olmuştur.

 

Necat Özdemir / (Özgün İrade Dergisi, Ağustos 2016, sayı: 148, s.64-68)




Bu haber 1173 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
YUKARI