Atasoy Müftüoğlu’nun Yeni Şafak Gazetesi’nde yayımlanan, 30 Ekim Tarihli yazısı:
Ölümcül Zaaflarımız
Bugünün dünyası, kapitalist emperyalizmin küreselleşerek, askerileşerek, bütün toplumları işgal ettiği bir dünyadır. Böyle bir dünyada, İslam dünyası toplumları, küreselleşmenin derin işgaline karşı nasıl direnebileceklerine ilişkin çözümlemeler/çalışmalar yapmak yerine, kendi içerisinde/bünyesinde, çok ucuz, çok bayağı, bencil karşıtlıkları, rekabetleri, çatışma ve gerilimleri çoğaltıyor. Toplumlarımızda, zihinsel/kültürel dar görüşlülük bir türlü aşılamıyor. Zihinsel/kültürel dar görüşlülük, bir sorun olarak görülmüyor. Her eğilim, kendi dar görüşlülüğünü meşrulaştırmanın yollarını arıyor. Küreselleşmenin işgali altında bulunan toplumlarımızda, bize dayatılan toplumsal dönüşümle, Müslümanlar olarak bizim gerçekleştirmek zorunda olduğumuz toplumsal dönüşüm arasında büyük uçurumlar var. Bu uçurumlar, bir türlü yüzleşemediğimiz, yüzleşemediğimiz için biriktirdiğimiz ölümcül zaaflarımız, ölümcül yanılgılarımız, yanılsamalarımız sebebiyle oluştu.
ZAMANI VE MEKANI DİKKATE ALAN SÖYLEM
İslam dünyası toplumlarında, ortak insanlık fikrinin yerine, ortak milliyet ya da ortak mezhep asabiyetinin geçmesiyle birlikte, büyük bir bilinç tahribatı yaşandı. Ortak milliyet ya da ortak mezhep kültürü bugün, maalesef, utanç verici bir şekilde taklitçi konformizmlerini iftiharla sürdürüyor. Ölümcül zaaflarımız sebebiyle bugün ot-çöp gibi bir o yana, bir bu yana savruluyoruz. Hayatlarımızı hiçbir alanda hiçbir etkisi olmayan, otoritesi olmayan, otorite iddiası taşımayan zayıf-güçsüz sözcüklerle sürdürmeye devam ediyoruz. Ekonomik sorunlar siyasal hayatın merkezi sorunları iken, kültürel sorunlar, felsefi sorunlar, siyasal hayatın kıyısında bile yer almıyor. Daha çok nicelik merkezli çözümlemeler, değerlendirmeler ve yorumlar üzerinde yoğunlaşıyoruz. Yaşanan zaman ve mekanı dikkate alan bir dil, söylem, kültür ve strateji oluşturamıyoruz.
Dünya ölçeğinde yaşanan hızlı-yıkıcı değişim, geçmişle-şimdi arasındaki süreklilikleri paramparça ediyor. Kapitalist emperyalizmin küresel işgali karşısında İslam toplumlarının, bu toplumlarda var olan düşünce-kültür ve ilahiyat hayatının kılı kıpırdamıyor, bu konu etrafında sistematik hiçbir çalışma yapılmıyor. Bu konu etrafında, sistematik bir çalışma yapabilecek çapta entelektüel bir topluluk ve kadro oluşturarak eleştirel bir bilincin, tasavvurun, direnişin, kültürün oluşturulması için ciddi bir çaba harcanmıyor.
KONJONKTÜREL TERCİHLER VE UZLAŞMALAR
Hayatlarımızı/varoluşlarımızı daha çok, ahlaki olmayan çıkar-yarar mülahazaları yönlendiriyor, biçimlendiriyor. İktidar ayrıcalıklarına sahip olmak, ya da iktidar ayrıcalıklarını kaybetmemek için pek çok ahlaki yanlışa katlanıyoruz. Geleceği nasıl kazanabiliriz konusundan çok, seçimleri nasıl kazanabiliriz kaygıları taşıyoruz. Etnik-mezhepçi bağlar ve bağlılıkları ısrarla sahiplendiğimiz için, birleştirici, yüksek-kapsayıcı bir kültür oluşturma imkanlarını kaybediyoruz. Konjonktürel tercihlerimiz, uzlaşmalarımız, ahlaki bir duruşa sahip olmadığımızı gösteriyor.
Konjonktürel nedenlerle çift değerli kelimeler-kavramlar kullanıyor; çift yoruma açık, birbirinden farklı yorumlara açık değerlendirmeler yapmaktan çekinmiyoruz. İlkesizliğimiz sebebi ile iki farklı ağızdan konuşuyoruz. Çift değerli kelimeler ve kavramların sıradanlaşması, siyasal bir hareketin ahlaki boyutunu yok eder. Ahlaki bir duruşa sahip olamamak, tarihsel vakar ve onur kaybına neden olur.
Maço toplumlar ve maço kültürler daha çok hamaset söylemiyle yönlendirilir, kontrol edilirler. Hamaset söylemi, nerede olursa olsun, hep gerçekçi olmayan umutlar üzerinde yükselir. Hamaset söyleminin katı gerçeklerle yüzleştiği, yüzleşebildiği, görülmemiş ve duyulmamıştır. İslam dünyası toplumları, dünyaya, akla, bilgiye, felsefeye, tarihe, değişime yabancılaştıkları ve bütün bunlara şüpheyle bakan bir gelenek oluşturdukları günden bu yana, bu gelenek aracılığıyla edilginliği ve taklitçi konformizmi bir kader haline dönüştürmüştür.
Aziz İslam’ın ulusallaştırılması ve batınileştirilmesi ile birlikte, İslam, dünya vizyonunu/misyonunu, dünyaya yönelik işlevlerini bütünüyle kaybetmiştir. Bu kayıplar sebebiyle bugün, İslam, Arap ülkelerinde Arapçılıkla, İran’da Farsçılıkla, Türkiye’de Türklükle bir tutuluyor, tutulabiliyor. Aziz İslam’ın ulusalcılıklar tarafından araçsallaştırılması sebebiyle, milliyetçiliklerin kurumsallaşması/resmileştirilmesi sebebiyle, alt kültür, alt aidiyet kategorilerine hapsedilen Kürt halkına hep tepeden bakılıyor; Kürtlere hitap edilirken hep âmirâne ve hâkimâne bir dil-retorik kullanılıyor.
İSLAMİ AİDİYETİ KONUMLANDIRMAK
Aziz İslam nazarında hiçbir şey etnik ve mezhepçi siyaset kadar İslami ufka yabancı değildir. Etnik ve mezhepçi her yaklaşım, yorum, tercih, duruş, hangi etnik ve mezhepçi aidiyet adına ortaya konulursa konulsun, ortak insanlık hassasiyetini/ahlâkını kaybettiğimizi gösterir. Ortak insanlık fikrine yabancılaşarak, ortak milliyet ve mezhep bağnazlığı üzerinde yoğunlaşan bir yaklaşım ve yöntemle, asla bir medeniyet tasavvur ve tahayyül edilemez. Bütün mutlakların ve kutsalların göreli hale geldiği, getirilebildiği, ahlaki belirsizliklerin, ahlaki başarısızlıkların derinleştiği, ahlaki belirleyicilerin itibarını kaybettiği bir dönemde, İslami aidiyetimiz sembolik ve folklorik olmaktan öte bir anlam taşıyorsa eğer, yirmibirinci yüzyılın aklını ve dinamiklerini çözümleyerek, satılık olmayan nitelikler inşa ederek, satılık olmayan nitelikler için sonuna kadar mücadele ederek, uzun bir yürüyüş için, ontolojik İslami özgürlük için, mümkün hedefler üzerinde çalışmaya başlamak gerekiyor. Satılık olmayan nitelikler üzerinde, bu nitelikler için mücadele etmediğimiz takdirde, içerisinde yaşadığımız tarihsel bağlamın farkına ve bilincine varamayacağız.