Şurası bir gerçek ki, ülkemizin en yakıcı sorunlarının başında gelen Kürt sorunu her geçen gün yeni bir boyut kazanıyor. Her gün yeni bir olay, yeni değerlendirmeler,karşılıklı suçlamalar birbirini izliyor. Toprağa düşen her can sorunu daha da katmerleştiriyor.
Türk ve Kürt aydınlarının önemli bir bölümü toplumsal analizlerini var olan ve toplumsal zihniyetin oluşmasını sağlayan anlam katmanları üzerinden yapmıyorlar. Bundan dolayı dilleri sivri, dışlayıcı, ben merkezci ve hakikati kendi tekeline alan bir kibir içinde şekilleniyor. Farklı yorumlar karşısında asla burnundan kıl aldırmayan, üstten bakan mazoşist bir tavır içinde bulunuyorlar. Bu tavır toplumun ortak duyguları üzerinden değil, farklılıkları öne çıkarmak üzerinden bir zihniyet üretiyor. Milliyetçiliği egemen ve ezilen ulusların milliyetçiliği diye ayırıyorlar; ancak ıskaladıkları gerçek, Kürt milliyetçiliğinin Türklerden farklılaştığı ölçüde meşruiyet kazanacağıdır. Kürt milliyetçileri hem farklılıkları körüklüyor hem de milliyetçiliğin ayrıştırıcı olmadığından söz ediyorlar.
Bağlı bulunduğu grubun siyasal anlayışına eleştirel bakamayan bir militan taraftar için suç daima karşı taraftadır. Bu siyasal dışlayıcı tavır bu topraklarda Kürtler ve Türkler arasında zerrece değişmiyor. Ayrıca Kürt ve Türklerin siyasal algı ve refleksleri o kadar örtüşüyor ki, ayırmak ancak zihinde mümkün. Bu ayırım kültürü gündelik ilişkilerin sürdüğü toplumsal zeminde bir karşılık bulmuyor. Bundan dolayı kurtuluşçu retorikler toplum katmanlarının çoğunluğunda bir karşılık bulmuyor. Türk ve Kürtlerin büyük çoğunlukla bağlı bulunduğu Sünni siyasal gelenek ani değişikliğin olduğu devrimsel değişimlere mesafelidir. Bu geleneği oluşturan kurucu düşünürlerden Ebu Hanife, Hasan Basri tüm muhalif tavırlarına karşın yönetime karşı silahlı bir eyleme aktif destek vermemişlerdir. Bu geleneğin İslam dünyasını derinden etkileyen bir diğer figürü olan Gazali ise devletin merkezi ideolojisini oluşturan kurucu düşünürlerin başında gelir. Gazali geleneği iki büyük siyasal gücü tarih sahnesine çıkarmıştır: Selçuklular ve Osmanlılar. Bu iki toplum yüzyıllar boyu Gazali'nin ürettiği zihniyet haritasını izlediler. İslamcılık deneyimi büyük ölçüde Gazali eleştirisi üzerine kurulmasına karşı, Gazali’yi aşan tutarlı,sistemli ve kabul edilebilir bir siyaset teorisi üretemediler. Türk ve Kürtlerin siyasal geleneğini ve devletin bu gelenekteki merkezi rolünü analiz edemeyen zihinler toplumsal zihniyeti hafife alıyorlar. Bu yüzden hem toplumsal kabul gören bir siyaset üretemiyorlar, hem de halkla sağlıklı bir iletişim kuramıyorlar.
Bu topraklarda üretilen siyasal davranış modelinin kolaylıkla otoriterliğe evrildiği sosyolojik bir gerçekliktir. Otoriter siyasi yapıları, üzerinde yaşanılan kültürel kodların ürettiği muhakkaktır. Sadece Erdoğan'ın fikir değiştirmesiyle fikrini değiştirecek milyonlar yok. Aynı durum Devlet Bahçeli, Kemal Kılıçdaroğlu, Abdullah Öcalan için de geçerli. Bu liderleri ve izledikleri siyaseti üzerinde siyaset yaptıkları kültürel zemin belirliyor. Etyen Mahçupyan ve Ali Bayramoğlu bu konudaki sosyolojik analizlerinde son derece haklıdırlar. Toplumsal zihniyet dünyası kolaylıkla değişmeyen ve insanların pratik davranışlarını yönlendiren anlam haritaları üretir. Bu anlam haritalarında lidere bağlılık, partilerden cemaatlere, oradan örgütlere doğru gidildikçe artar. Yani ağzından çıkan bir sözün kitleleri etkileme gücü mesela Cübbeli Ahmet ve Abdullah Öcalan da Erdoğan'dan çok daha yüksektir. Örgüt ve cemaat yapılarında lider kültü partilerden çok daha üst düzeydedir.
Yıllardır İslami değerlerle oluşan kültürel bir dünyada yaşayan Müslümanları, modernleşme sürecinde etkileyen milliyetçilik akımı,etnik ve kültürel bakımdan farklı olanlara karşı dışlayıcı bir zihniyet dünyası oluşturuyor. Milliyetçiliğin yoğun baskısı altında kalan Türklerin eleştiri sınırlarını aşıp Kürtler üzerine aşağılayıcı bir dil kullandıkları bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır. Ne yazık ki, bu topraklarda özellikle milliyetçi refleksleri ağır basan insanlarda böyle bir dil kullanılıyor. Bu dil İslami, insani ve vicdani bir dil değildir. Hiç kimse hangi gerekçenin arkasına sığınırsa sığınsın Kürtlere suçlu, hain gözüyle bakamaz. İnsanları ancak değerler üzerinden değerlendirebiliriz. Suç ve değer ırklara ait özellikler değildir. Dahası hiçbir etnik grubun diğerinden daha üst seviyede tutacak doğuştan gelme avantajlı değerleri yoktur. Ahlak etnik gruplar üzerinden değil, bireysel insanlar üzerinden anlam kazanır. Bundan dolayı sözünde duran Kürt sözünde durmayan Türk’ten çok daha değerlidir. Kuşkusuz bu genellemeni tersi de doğrudur.
Devlet ve iktidar eleştirilerini olgunlukla karşılamak gerekir. Kürt sorunu konusunda yapılan reformlar dikkate alınarak değerlendirme yapılmalıdır. Operasyonlar eleştirilirken kazılan hendekler, hendeklerin önüne dizilen çocuklar, okul ve hastanelere yapılan saldırılar görmezden gelinirse turlarlılıkla birlikte inandırıcılık da ortadan kalkar. Kürt milliyetçilerinin temel sorunu olaylar karşısındaki ikircikli davranış eğilimidir.
Türkiye'de iktidarı destekleyenlerin dışında geniş bir eleştiri cephesi var. Sorun eleştirinin olmaması değil eleştirinin arkasındaki tutarlılığın yetersiz oluşudur. Kuşkusuz iktidarın Kürt politikası konusunda geliştirdiği tezler eleştirilebilir. Siyasal iktidarda geliştirdiği siyasal projede güvenlik ve özgürlük faktörünü göz önünde bulundurmalı ve birini diğerine feda etmemelidir.
PKK'nın eylemleri devlet eleştirisini engellememesi gerektiği gibi, devlet uygulamaları konusunda yapılan eleştiriler PKK eylemlerini görmezden gelinmesine neden olamaz. Kürt sorununa sağlıklı bakış tarafların izledikleri politikaları, taraf tutmadan eleştirmekten geçiyor. Eleştirilerinde sadece bir tarafa yönlendiren, diğerinin sorumluluğu hakkında bir cümle kurmaya çekinen kesin inançlılara da meydanı bırakmamak gerekir. Çünkü karşı tarafın eleştirisi diğer tarafı hatasız kılmaya yetmez. Yaşanan süreç konusunda iktidar PKK, HDP ve diğer bileşenler eleştiriden muaf değildir.
Söylenen sömürge retoriğinin aksine Kürtlerin Kürtçe eğitim dışında siyaset ve ekonomiye katılma anlamında önemli bir sorununun olmadığını düşünüyorum. Kürtlerin statüsü konusunda çeşitli modeller üzerinde çalışılacağı gibi, Ademi merkeziyetçi bir yönetim modeli de uygulanabilir. Bir soruna çözüm aranırken yeni çözümler anayasaya aykırıdır diye bloke edilmemelidir. Zaten anayasanın kendisi sorunun kaynağıdır.
Kürt sorunu başta olmak üzere toplumsal sorunlar tartışılırken siyaset öfke diline mahkum olmamalıdır. Daha kuşatıcı bir dil gerekiyor ki, siyasal rakipleriniz bile size saygı duysun. Bir insan herhangi bir konuda değerlendirme yaptığında paradigmasının ne olduğu hemen anlaşılıyor. Garip olan tarihsel çözümlerin evrensel çözümler diye sunulmasıdır. Milliyetçilik, ulus devlet, ulus bilinci... hepsi inşa edilmiş kavramlardır, tarihseldir. Tarihsel çözüm önerilerinin mutlak olmadığı ve zamanla değişeceği gerçeği ıskalanmamalıdır.
Milliyetçiliğin kategorilere ayrılması yaygın bir tanımlamadır. Sol entelektüeller bunu "ezilen hakların milliyetçiliği devrimcidir tezine dayandırıyorlar. Dolayısıyla bir dönem PKK tarafından ilkel görülen milliyetçilik, enternasyonalizmin çökmesi üzerine geri dönüyor. Yarın paradigma değiştiğinde milliyetçilik veya başka kavramlar hakkındaki görüşümüzde değişecektir.
Son dönemlerde en çok tartışılan konulardan biri de hendek siyasetidir. PKK/HDP çizgisinin bir siyasal muhalefet olarak ortaya koydukları Hendek siyasetinden amaçlanan nedir? Bu soruyu cevaplamak gerekir. Çünkü bu sorunun cevabı demokratik muhalefet kavramsallaştırması içinde yer bulması mümkün değildir. Bir süre sonra çatışmalar bittiğinde şu soruyu sormamızı istemiyorlar: Kardeşim hendekler hangi amaçla kazıldı, bu kadar genç hangi siyaset üzerine öldürüldü. Bu sorunun cevabını “Hendekleri kazan devlettir.” şeklinde vermek mümkün değildir.
Hiçbir siyasal olay tek boyutlu değildir. Bunca gelişmeden ve yapılan değişiklikten sonra suçu sadece iktidar üzerinden tanımlayıp PKK terörünü eleştiriden muaf bir çizgiye çekmek ahlaki değildir.
Kürt sorununun bir taraftan terör diğer taraftan siyasal bir boyutu olan bir sorundur. Ama bütün Kürtlerin tek tip düşündüğünü kabul etmek sosyolojik gerçekliğe aykırıdır. Kürtlerin bağımsız bir devleti olması gerektiğini savunanlar olduğu gibi, birlikte yaşamak gerektiğini savunanlar da var. Zamanla bir düşünceyi savunanların başka bir düşünceye evrildiğini de görmekteyiz. Kürtlerin Türklerden ayrı bir devlet kurma fikrini ,yıllardır bağımsızlık için mücadele eden PKK bile artık savunmuyor. Dahası bağımsız bir devletin bundan çok daha sorunlu bir noktaya taşıyacağını söyleyenler de var.
Kürt sorunu veya herhangi bir sorunda sadece benim analizim doğrudur yaklaşımı faşizme açılan kapıdır. Kürt entelektüellerinin bir kısmında maalesef bu tutum yaygındır. Doğruyu kendi tekellerine alan otoriter bir siyasal anlayış ile müzakere siyaseti yürütmek bir hayli zordur. Kuşkusuz bu anlayış başka düşüncelere kapalı otoriter bir zihin yapısı üretiyor.
Devlet şiddeti PKK eylemlerini görmeye engel değildir. Asıl sorun sadece devlet şiddetini dile getiren, ama PKK’nın sahip olduğu siyasal zihniyetin ve bu zihniyetin ürettiği eylemlerinin tahrip edici gücünü görmeyen zihniyetinin altında PKK siyasetini ve eylemlerini eleştirisiz alana çekme gayreti var. Bu da karşıdakini suçlamaya dönüşüyor. PKK’yı eleştirinin dışına çekmek için öne çıkarılan iki konu, sömürgecilik retoriği ve İslamcılık eleştirisidir.
Devlete yapılan her iktidar eleştirisi anlamlıdır. Ancak bu PKK'nın çok tartışılır alanı bir iktidar yapısı ürettiği gerçeğini değiştirmez. PKK kuşkusuz kendine bir iktidar alanı açmak ve onu kurumsallaştırmak istiyor.
Devlet yapılanması veya iktidar zorunlu olarak zulüm üretiyorsa devlet talebi neye karşılık geliyor? Sorusu anlamlıdır.
Her halükarda içinde bulunduğunuz grubu davaya zarar verir endişesiyle savunmak zorunda değilsiniz. Davaya zarar verecek olan içinde bulunduğunuz grubun haksızlıklarına sessiz kalmak ya da savunmaktır. Hakikati söylemekten içinde bulunduğunuz gruba gelecek zarar, haksızlık karşısında susarak düştüğünüz zilletten daima iyidir.
Bütün suçları devlete yükleyerek PKK'yı karıncayı bile incitmeyen bir insan hakları örgütü haline getiremeyiz. Tersi de doğru bütün suçları PKK'ya yükleyerek devletin sorumluluğunu ortadan kaldıramayız.Ölçülü olmak gerek. Bir militanın taraftar gözlüğünü takıp tek yönlü bakmamak gerekir olaylara.
Sloganlarla sorun çözülemez. Akıllı, mantıklı, tutarlı olmak gerek. Sadece Türk İslamcılığı eleştirisi üzerinden Kürtlerin gelecek tasarımı sağlanamaz. Sanırım burada eleştiriye konu olsa da Türk İslamcılığı denen şeyin Kürtler arasında Kürt İslamcılığından daha yaygın bir yer tutmasının getirdiği öfke var. Bu öfke olayları sağlıklı analiz etmek yerine karşıdakine hakarete dönüşüyor. Burada eleştirilecek olan Kürtler arasında yaygın olarak kabul edilebilecek bir İslami retoriğin geliştirilememesidir.
Kürt ve Türk entelektüelleri kendileri gibi düşünmeyenlere hakaret ederek hiçbir sağlıklı yaklaşım geliştiremezler. Kürt entelektüellerinin Türk İslamcılığı üzerinden yaptıkları düşmanlaştırma gayretleri,eleştiriden öte kuşkusuz algı yönetimidir.
Selahattin Demirtaş, demokratik siyaset ve örgütün çatışma ve hendek pratiği arasında kalmış bir siyasetçinin tavırlarını sergiliyor. Analizlerini biz ve onlar üzerinden yapıyor. Oysa biz dediği de onlar dediği de hayali cemaatler. Biz ve onların bizatihi kendisi totaliter bir dil. Biz aslında monolitik bir topluluk değil, içinde değişik siyasal düşünceler yer aldığı bir topluluktur.
Kürt entelektüelleri ve PKK, uyguladıkları strateji bakımından çelişik tutumlar sergiliyorlar. Bir taraftan Türkiyelilik ve çözüm süreci desteklenirken ve tek çözüm yolu olarak lanse edilirken diğer yandan ve eş zamanlı olarak yeni bir devlet fikri işleniyor. Dolayısıyla tutarsızlığa yol açan bir tutum bu. Bir yandan barış ve çözüm süreci deyip ,öte yandan çatışmayı derinleştirmek çok tutarlı gözükmüyor. Oysa çözüm için devlete işaret edilse bile, çözüm için PKK’nın siyaseti daha belirleyici gözüküyor.
Doğrusu ben de Kürtlerin Türkiye'den ayrılmak isteyeceğini sanmıyorum. Modernleşmenin getirdiği imkanlardan yararlanma ve yapılan reformlar ayrılma fikrini zayıflatıyor.Tabi ki ayrılmak isteyen Kürtler de var olacaktır.
Sanıyorum PKK, Kürtleri Türkiye'den ayırmaya ya da belli konularda siyaset belirlemeye zorluyor. Bunun içinde son yıllarda hiçbir gelişme kaydedilmemiş ve 90'lı yıllara dönüş açıklamaları yapılıyor. Oysa bunun olmadığını sorunun başka bir şey olduğunu herkes görüyor. Ayrılık fikrini ancak şiddet ortamının yaygınlaşması tetikleyebilir. Bunun içinde örgüt çatışmaları olabildiğince yaygınlaştırmak istiyor. Ama henüz bunu başarabilmiş değil.
İktidar ile adaletsizlik arasında zorunlu bir bağlantı yoktur kuşkusuz. Ama zulümlerin tarih boyunca iktidar odaklı oldukları biliniyor. Ancak devlet dışında da iktidar odakları vardır ve bu odaklar da retoriği ne olursa olsun şiddet üretirler. İktidarla şiddet arasında kurulan ontolojik ilişki doğru ise eğer bütün iktidar odakları zulüm üretiyor demektir. Devletin bir iktidar alanı olduğu gibi PKK'nın da bir iktidar alanı vardır. İktidarın olduğu yerde şiddetinde olduğu tezi genellikle karşı olunan iktidarlar için kullanılıyor. Hatta Nasr Ebu Zeyd, muhalif olan yapıların ürettikleri şiddetin devlet şiddetini gölgede bırakabileceğini söyler. Türkiye'de sadece devlet şiddeti ve İslamcılar üzerinden yapılan şiddet analizi eksiktir. Sosyalist hareketler ve PKK da şiddet üretmeye son derece açık bir iktidar yapısı üretmiştir. Üstelik Türkiye'deki İslamcılık tecrübesinin şiddet üretme potansiyeli oldukça düşüktür.
Kürt sorunu tartışılırken değişim gerçeğini gözden uzak tutmamak gerekir. Değişim karşısında filozoflar farklı tutumlar sergilemişlerdir. Parmenides için hayatta değişim yoktur. Değişim bir duyu yanılmasıdır. Herakleitos için ise tıpkı akan bir nehir gibi varlık sürekli değişim halindedir. İbn Haldun Parmenides' e yakındır. Çünkü "geçmiş geleceğe suyun suya benzediği kadar benzer. İşin gerçeği değişim ve süreklilik tarihin iki başat faktördür.
Zaten anakronizm denilen zihinsel hata tarihsel dönemlerin karıştırılması ve farklı zamanlara taşınmasıyla ilgilidir. Hayat ideoloji üzerinden yürümez. Toplumsal sorunları analiz edebilmek ve sağlıklı çözümler üretebilmek için yeni paradigmalar üretmek gerekir. Düne ait düşüncelerle bugünün sorunlarını doğru analiz edemeyiz.
İktidarı koşulsuz destekleyen ve koşulsuz muhaliflerin zihin yapısı bir yönden benzerlik taşıyor. İkisi de pozisyonunu iktidarın aldığı kararlara göre belirliyor. Doğru pozisyon adaletin yanında durmaktır. İyiye destek kötüye muhalif. İktidar yanlısı ya da muhalif militanın dünyası siyah beyazdır. Oysa hayat ara renklerle dolu.
Kendi dışında da kalan,farklı düşünen herkesi devrilmiş, satılmış, hain diye bakan bir zihinden ancak kesin inançlı bir militan çıkar. O düşünceye, farklılıklara düşman olan müzakereye değil, slogan atmaya meyillidir. Rahmetli Cemil Meriç'in dediği gibi "slogan ilkenin ideolojisidir. Herkesi dışlayan dil örgüt dilidir.
Bir an önce çatışmaların durması için adım atmak gerekir. Silahlı militanları eylemsizlik hale getirmekten başka yol gözükmüyor. Operasyonlar hendek ve silahlı militanların varlığına dayandırılıyorsa yarından tezi yok HDP’li belediyeler hendekleri dolduracağını PKK da silahlı militanlarını şehirden çekeceğini açıklamalıdır. Bu durumda askeri operasyonlar dayanaksız hale gelir. Aksi başka hesapların olduğunu gösterir.
Şükrü Hanioğlu, 10 Ocak 2016 günü, Sabah gazetesinde yayınladığı makalesinde Kürt sorunuyla ilgili çarpıcı değerlendirmeler yaptı: “Mağduriyet ve meşruiyet Çözüm sürecini savunan bir merkez ile "Türkiyelilik" üzerinden toplumun geri kalan kısmıyla yeni köprüler inşa etme arzusunu vurgulayan bir hareketin, şiddeti askıya alarak yeniden bir "biz" kavramsallaşması yaratmaya ve bunun yasal zeminini oluşturmaya çalışmaları sonrasında gelinen nokta fazlasıyla üzücüdür. Kürt vatandaşlarımızın Erken Cumhuriyet döneminde başlatılan siyasetler ile ağır mağduriyetlere uğratıldığı, kimlik, kültür ve dillerinin inkâr edildiği, kamusal alana "kendileri olarak" dahil olmalarına izin verilmediği doğrudur. Bu siyasetlerin şiddet kullanımı ile hayata geçirilmesi söz konusu mağduriyeti daha da artırmıştır. Bu alanda yaratılan tabuların Kürt vatandaşlarımızın toplumun geri kalan kısmının istifadesine sunulan demokratik kazanımlardan yararlanabilmelerini de sınırlandırdığı gerçeğini inkâr mümkün değildir. Söz konusu tabuların gücü, merkezin radikal dönüşümler yapmasına da engel olmuş, yeni düzenlemeler, sürekli olarak taleplerin gerisinde kalmaları nedeniyle anlamlı neticeler üretmemişlerdir…Burada egemen Kürt siyasetinin "özyönetim" talebinin geliştirilmiş "adem-i merkeziyet (decentralization)"i değil yetki devri (devolution) ile kendini yönetme (home rule) karması (hattâ bunların da ötesine geçen) bir idareyi dile getirdiğinin altı çizilmektedir.
Bu talep düşünsel düzeyde Stalin'in, Springer ile Bauer'in başını çektikleri "kültürel otonomi" savunucularına karşı 1913 yılında ileri sürdüğü "toprak temelli" yaklaşımı benimseyen ve onun aynı konuda Pravda'da 1921'de dile getirdiği "eşit olmayan uluslar ile sömürgelerin merkezden idare ortadan kaldırılmadan özgürleştirilemeyeceği" tezinden esinlenen bir yaklaşımı yansıtmaktadır. Egemen Kürt siyasetinin kısa süre içinde "Türkiyelilik çerçevesinde çözüm" yaklaşımından tek yanlı "özyönetim" ilânları ve sokak savaşları çizgisine kayması toplumun en önemli sorununun yeni bir aşamaya taşındığını ortaya koymaktadır. Bu gelişme, zor da olsa, "Türkiyelilik" ortak paydasında uzlaştırılabilecek iki farklı tasavvur arasındaki farklılık makasının kapanması imkânsız biçimde açılması anlamına geldiğinden, uzun yıllardır süren düşük yoğunluklu çatışmanın daha ciddî boyutlara taşınması potansiyelini de haizdir.”
Şükrü Hanioğlu’nun yerinde tespitiyle Kürt sorunu ancak Türkiyelilik anlayışı içinde çözülmesi mümkündür. Bu anlayışın derinleştirilmesi gerekmektedir. PKK’nın Türkiyelilik tezini askıya almasına karşı yeni bir anlayış geliştirilmeli ve bu tez güncellenmelidir.
Tüm bu gelişmeler olurken sorunu olan tarafların ortak bir dil üzerinden konuşmaları sorunların sağlıklı bir şekilde ele alınması için zorunludur. Ancak görünen o ki, PKK sempatizanlarıyla ortak bir dil kurmak zor. Tüm güvenlik güçlerini sömürge askerleri, tüm PKK militanlarını yurtsever olarak görüyorlar. Bu durumda tüm PKK eylemlerini onaylıyor,tüm askeri operasyonlara karşı çıkıyorlar. Bu anlayışa sahip bir paradigmanın savunması ise hiç değişmiyor.
Oysa şu andaki Türk -Kürt ilişkilerini sömürge retoriği üzerinden anlamlandırılması mümkün değildir.
Gelinen noktada şehirlerde ilçelerde silahlı militanların varlığı kabul edilemez. Sivillerin öldürüldüğü iddiası kuşkusuz dikkatle takip edilmeli. Güvenlik güçleri sivil insanlara zarar vermeden mücadeleyi sürdürmeli ve bu konudaki eleştiriler dikkate alınmalıdır. Devletin güvenlik güçleri hukuk içinde hareket etmeli, hukuk dışına asla çıkmalıdır. Hendek kazma ,silahlı militanların şehirlerde yollara ve diğer yerlere bombalı düzenekler kurması, okul ve hastane kundaklama kabul edilemez. Güvenlik güçlerinin de hukuk ilkeleri içinde hareket etmesi sağlanmalı , bu konudaki eleştiriler mutlaka dikkate alınmalıdır.
Sizin gibi düşünmeyen herkes satılmış, hain, ajan değildir. Ne yazık ki, bu tür suçlamaları çokça görüyorum. İdeologun zihninde her şey açık ve berraktır. İdeolojiden hayata bakıyor çünkü. Oysa hayattan ideolojiye bakmak gerekir ideolojiler ütopik, hayat gerçektir.
İç eleştiri yapılamayacaksa yapılacak hiçbir yöntemin başarı şansı yoktur. O zaman İslam dünyasında hiçbir şeyi eleştiremeyiz. Kahrolsun emperyalizm, kahrolsun Amerika diye rahatlarız. Amerika Irak'a girdi diye Irak yönetiminin hataları görmemezlikten gelinemez. Suriye’de olan dış müdahaleler yüzünden Esad'ın hataları da görmezden gelinemez. Sisi'yi suçlarken İhvan'ın hatalarını görmemek mi gerekiyor. Filistin konusunda elbette Hamas ve El-Fetih de sorgulanacak. "Aziz Kur'an "Başınıza gelenler kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir" der. Hataları sürekli kendi dışında aramak, insan eylemlerinin önceden belirlendiğine dair hermetik kader anlayışının çağdaş seküler karşılığıdır. İşlediğimiz hatalarımızın sebebi, kıyamete kadar en büyük kötülük odağı olarak kalacak olan Şeytan değil, bizim zaaflarımızdır. Sosyal olayların iç ve dış sebepleri vardır. Dış sebepleri öne çıkararak hatalarımızı örtemeyiz. İnsanlar çocuk ölümlerini tabi ki sorgulayacak,ama şu soruyu sorulmasına engel mi olalım: 15 yaşından küçük çocukları hendeklerin önüne dizerek çatışmanın ortasında bırakan siyaset ne anlama gelir? Neden çatışmalar belli bölgelerde oluyor da diğer bölgelerde olmuyor? sorusunu sormasın mı insanlar. PKK bizi nasıl bir geleceğe sürüklüyor sorusu çok mu anlamsız. Artık devlet Kürtleri imha etmek istiyor propagandasının karşılığı büyük ölçüde değerini yitirmiştir.
Devletin bazı uygulamalarını eleştirmek PKK'lı olmak anlamına gelmediği gibi; PKK'yı eleştirmek,uyguladığı baskı siyasetine, silahlı mücadele stratejisine karşı çıkmak devletin her uygulamasını kabul etmek anlamına gelmiyor. Bu basit gerçeği bile anlatmakta bu kadar zorlanırken,çözümü zor sorunları nasıl anlatacağız? Yine de hayat bir mücadeledir. Konuşmaya, dilin döndüğünce anlatmaya devam etmek gerekir.
Totaliterlik daima kendi doğrusuna çağırır. Müzakereye açık değildir. PKK'nın devletten çok daha sorunlu ve otoriter bir yapı ürettiğine kuşku yoktur. Daha derinde ise otoriterlik eğilimi insanın antolojisinde yer alan bir eğilimdir. Başkaları üzerine denetim kurmak ,onu yönlendirmek güç sağlıyor insana.
Artık PKK'nın da Kürt sorununun önünde bir engel oluşturduğunu kabul etmek gerekir. Hendek siyasetiyle belirli ilçelerde uygulanan stratejinin amacı çatışmayı yaygınlaştırmak ve direniş hattı oluşturmak değilse nedir? Öyleyse bu proje akım kalmış demektir. Öyle görülüyor ki,Kürtlerin arasında bu projeyi desteklemeyen katılmayan insanlar var. Bu sorunun daha da büyümesini önleyen en önemli faktördür.
Son zamanlarda Kürt milliyetçi aydınları arasında "Kürtler ümmetçilikle kandırılıyor" tezi moda oldu. Kuşkusuz bu tez Kürtleri, ümmetçilik eleştirisi üzerinden, İslam’dan koparıp sekülerleştirmeyi amaçlayan bir yaklaşım. Burada öncelikle sorulması gereken soru: Kürtler sadece ümmetçilikle mi kandırılıyor? sosyalizm milliyetçilik Bağımsız Birleşik Kürdistan bunlarla kandırılmadı mı yıllar boyu.Yıllarca Kürt gençlerini Bağımsız Birleşik Kürdistan hayaliyle ölüme götüren PKK tarafından kandırmadı mı? Sorularıdır. Ve PKK yıllar sonra birlikte yaşamaktan bahsetmedi mi? "Kürtlerin ümmetçilikle kandırılıyor" tezi diğer kandırmaların önünü kapatmak içindir. Kürt milliyetçi aydınlarının sorunu analiz ederken “Türk İslamcılığı” kavramsallaştırması yeni günah keçisi olarak kullanıyor. Varsayalım Türk İslamcılığı bütün birikimiyle kötü. Bu Kürtlerin içinde bulunduğu sorunu çözüyor mu? Ya da Kürt sorununun biricik kaynağı Türk İslamcılığı mı? Hala sorunu kendi dışımıza taşımaya gayret ediyoruz. Yüzleşemiyoruz, hatalarımızla. Nasıl olsa sorunun kaynağı başka yerde aranıyor. ABD, Siyonizm, Emperyalizm, Türk milliyetçiliği, Kürt İslamcılığı vs. Oysa bu açıklama tarzı sonuç alıcı değildir. Sorunun kaynağı etkileyici olan dış faktörlerde değil, belirleyici olan iç faktörlerde aranmalıdır. Dış faktörler de kuşkusuz önemlidir; ancak belirleyici değil,etkileyicidirler. Sorunun belirleyici kaynağı iç faktörlerde aranmalıdır. Bu yöntem hayatta karşılaştığımız tüm sorunlar için geçerlidir.
Kuşkusuz süren çatışmalar konusunda güvenlik güçlerinin tavırları,iktidarın yanlışları tartışılacaktır,tartışılmalıdır da. İktidarın izlediği politika sorgulanmalı ve uygulamalara ilişkin sorular sorulup izlenmeli. Ama şunu da ihmal etmeden yapılmalı sorgulama. Nihayet Kürtlerin yaşadığı yüzlerce ilçe var,neden çatışmalar birkaç ilçede ve neden bu ilçelerde hendekleri var? Neden bu ilçelerde silahlı militanlar ve hendek var ve diğer ilçelerde yok. Bunun PKK'nın alan hakimiyeti kazanmak ve çatışmayı tüm Kürt bölgesine yaymak stratejisiyle bir bağlantısı var mı? Eğer devlet hendek ve ilçelerdeki silahlı militanları öne sürerek operasyon yapıyorsa, bunu boşa çıkaracak hamle hendekleri kapatıp silahlı militanları ilçeden uzaklaştırmaktır. Bu birkaç saatlik bir uygulama neden yapılmaz?
Çatışmalar bitip 500'e yakın insanın hangi hesapların uğruna feda edildiği sorgulanmamalı mı? Bu insanların hesabını "Katil devlet" "ezilen halkların milliyetçiliği devrimcidir" ve "sömürge retoriği" ile kapatmak mümkün mü?
{ Yusuf Y.Yılmaz - Fikir Zemini }