Bölgedeki düzensizlik hali birçok kırılma ve meydan okumayı açığa çıkardı. Bu da yeni bir bölgesel düzenin çözmesi gereken meseleler ile cevaplaması gereken soruları ortaya çıkardı. Bölgede yeni düzen arayışı serisinin üçüncü yazısında bu soruları ve meseleleri sınıflandıracağım.
Kimlik temelli taleplerin cevaplandırılması: Bölgedeki kırılmalar ile çatışmaların kimlikler üzerinde yaşanması, ortaya çıkması muhtemel herhangi bir bölgesel düzenin öncelikle bu meseleyle sahici bir şekilde yüzleşmesini gerekli kılmaktadır. Etnik ve mezhebî talepler tatmin edilmedikçe ve bu kimliksel gruplar kendilerini güvende hissetmedikçe bölgedeki krizin momentum kaybetmesi pek olası olmaz. Bu krizleri aşmak için ortaya konulacak bütün toplumsal sözleşmeler ile anayasa yapma süreçlerinin bölgedeki etnik ve mezhebî kimliklerin sosyal, kültürel ve siyasal taleplerini tatmin edip bu kimlikleri güvenceye alacak bir niteliğe sahip olmaları gerekmektedir. Burada mezhebî kriz veya kırılmanın iki boyutu var. Birincisini ulusal bağlamdaki mezhepçi dalga, ikincisini ise jeopolitik mezhepçilik olarak nitelendirdiğim bölgesel mezhepçi dalga oluşturmaktadır. İlki için ulusal bağlamlarda daha kapsayıcı siyasal sistemler ve daha adil iktisadi paylaşım modellerinin ortaya konulması gerekmektedir. Fakat sadece ulusal seviyelerde ortaya konulacak reçetelerle bu meselenin üstesinden gelinmesi pek olası görünmüyor. Jeopolitik mezhepçi dalganın da momentum kaybetmesi gerekir. Bu ise, başta İran ve Suudi Arabistan olmak üzere bölgedeki ana güç odakları arasında bir güç dengesinin sağlanmasını gerekli kılmaktadır.
Ne bölünme ne de merkeziyetçilik: Bölgedeki çatışmaların kimliksel bir hal alması, bölgenin birçok ülkesinde tabiri caizse iç sınırların ve nüfuz bölgelerinin ortaya çıkmasına yol açtı. Bu süreçte ulusal ve üst kimlikler büyük ölçüde tahrip oldu. Suriye‘den, Libya‘ya, Irak‘tan Lübnan ve Yemen‘e kadar birçok ülkede bugün fiilî veya legal iç sınırlar ortaya çıkmış durumda. İktisattan güvenliğe, siyasetten günlük hizmetlere kadar her alanda bir yerelleşme, lokalleşme yaşanıyor. Bu resim bölgede iki trendi tetikliyor. Birincisi, Irak‘ta ve hatta Suriye‘de olduğu gibi merkezî hükümetler veya rejimler çözümü daha fazla merkezileşmede arayan bir anlayışa sahipler. İkinci yaklaşım bölgedeki krizlerin ancak yeni sınırların çizilmesiyle, kimliklerle sınırlar arasında maksimum örtüşmenin elde edilmesiyle aşılacağını ifade ediyor. Bu iki yaklaşımın da sorunlu olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle, Sykes - Picot anlaşmasına yöneltilen en sık eleştirilerin başında gelen bu antlaşmanın bölgenin demografik haritasını dikkate almadığı eleştirisi temelde hatalı bir eleştiridir. Sykes-Picot‘nun en büyük günahını siyasal haritaları değil (zaten bugünün siyasal haritaları ile Sykes Picot sınırları tamamıyla birbirlerinden farklıdırlar), ortaya çıkardığı siyasal düzen ve psikoloji oluşturmaktadır. Bu nedenle, bugünkü krizi ne daha fazla merkezileşme ve daha fazla istihbarat-polis devletleriyle ne de yeni sınırların çizilmesiyle aşabiliriz. Anayasal olarak bütün kimliklerin tanındığı ve güvenceye alındığı bir güç devri, yani ademimerkeziyetçi model, bölgenin gerçeklerine daha uygun görünüyor. Burada Lübnan‘da olduğu gibi kimlikler üzerinden bir güç paylaşımından ziyade, fonksiyonel idari birimler üzerinden bir güç paylaşımı hedeflenmelidir. Bunun adı federalizm de olabilir, otonomi de olabilir. Veya bu model başka bir şekilde de isimlendirilebilir. Bölgede şu anda ademimerkeziyetçi bir trend var. Yemen‘den Libya‘ya, Suriye‘den Irak ve Lübnan‘a kadar birçok ülkede egemenlikler ya fiilî ya da legal olarak birçok grup veya güç odağı tarafından paylaşılmaktadır. Hatta kimliksel olarak son derece homojen olan Tunus‘ta dahi devrimden sonra yapılan anayasa merkezden bölgelere ciddi bir güç devrini öngörmektedir. Dolayısıyla, bölgede güçlü olan ademimerkeziyetçi trendin kısa vadede hız kaybetmesi pek olası görünmüyor. Bu nedenle, sürecin yönetilmesine ve en az maliyet üretecek alternatif modellere kafa yorulmasına ihtiyaç duyulmaktadır.
Meşru siyasal elitler: İç savaş veya kaos yaşayan ülkelerin temel krizlerinden birini ise meşru veya güçlü toplumsal tabana dayanan siyasal temsilcileri ortaya çıkaramamaları oluşturmaktadır. Örneğin, Suriye‘de yarın herhangi bir güç paylaşımını Sünni Araplar adına yapacak güçlü temsilcilere ihtiyaç duyulmaktadır. Bölgedeki bütün güç paylaşımların anlamlı bir şekilde yapılabilmesi onların toplumsal desteğe sahip meşru siyasal temsilciler tarafından yapılıp yapılmamalarıyla yakından ilintilidir.
İdeolojik ve kimliksel gruplar arası uzlaşma: Yeni bir bölgesel düzen, bölgede ideolojik, etnik ve mezhebî gruplar ile kimlikler arasında bir uzlaşmayı gerekli kılmaktadır.
Güç dengesinin sağlanması: Bölgenin ana güçleri arasında bir güç dengesinin sağlanmaması bölgedeki krizleri derinleştiren bir işlev görüyor. Öncelikli olarak, Türkiye-İran-Suudi Arabistan arasında sürdürülebilir bir güç dengesinin tesisine ihtiyaç duyulmaktadır. Tarihsel olarak Irak, Suriye ve Mısır gibi güçlü birçok Arap devleti bugün bölgenin güç dengesi ve mücadelelerinde ikincil derecede bir öneme sahipler. Bu da İran-Suudi Arabistan-Türkiye arasındaki güç mücadelesi ve güç dengesi arayışını daha da önemli hale getiriyor. Özellikle İran ve Suudi Arabistan‘ın siyasal psikolojilerileri arasındaki makasın açıklığı bölgedeki ana ülkeler arasında tatmin edici ve sürdürülebilir bir güç dengesinin oluşmasını engellemektedir. İran bölgede kazandığını düşünüyor. Levant bölgesinde fiilî bir nüfuz alanı oluşturmuş durumda. Buna karşın, Suudi Arabistan varoluşsal krizler ve meydan okumalarla karşı karşıya olduğunu düşünüyor. Siyasal psikolojiler arasındaki bu açıklık güç mücadelelerini daha da keskinleştirmektedir. Bu ana güçler arasında bir güç dengesi oluşmadığı sürece de bölgedeki krizlerin momentum kaybetmesi veya yeni bir bölgesel düzenin ortaya çıkması olası gözükmüyor.
Bölgede yeni bir düzen arayışı var. Yeni bir düzenin tesis edilebilmesi için cevaplanması gereken sorular, çözülmesi gereken meseleler mevcuttur. Yukarıda bu mesele ve sorulardan bazılarını başlıklandırmaya çalıştım. Bölgede yeni düzen arayışı güçlendikçe, bu meselelerin çözülmesi de aciliyet kazanmaktadır.
Galip Dalay - Karar