Ressam, ağaç oyma sanatçısı ve oyma baskı sanatçısı Hokusai gün doğumundan gece yarılarına kadar çalışırmış. Geride otuz binden fazla eser bırakmış olması, bu Japon’un kendi sanatı hakkında sarf ettiği şu sözünden daha ilginç gelmiyor bana: “Yetmiş yaşından önce resmini yaptığım bütün o şeyler arasında sözünü etmeye değecek bir tek şey yok. Yetmiş iki yaşında kuşların, hayvanların, böceklerin ve balıkların gerçek nitelikleri ve otlarla ağaçların doğaları üzerine nihayet bir şeyler öğrendim.”
Bu söz, bize sadece ustalığın bir tür çileciliğin kozası içinde edinildiğini söylemiyor, aynı zamanda ustanın varlığına özgü bir bakışın, onun biricik kıldığı bir tecrübenin, dünyada ona özgü bir yer tutuşun kıymetini de belirgin kılıyor. Usta, sadece ortaya koyduğu eserler yoluyla usta olmuş kişi değildir anlamı da çıkıyor buradan. Usta belki aksine, kendi eserlerini yıkması ve reddetmesi gereken bir eşiği de, yine sadece kendisinin belirleyebildiği biri oluveriyor.
Eser önemlidir elbette ve ustayı görünür kılar. Ama bu yetmez. Daha önemlisi, ustanın eserler ve eserler boyunca edindiği bakıştır. Malzemesini ve konusunu tanıması, tanıması değil belki duymaya, duyumsamaya başlaması, malzemesinin ve konusunun tabiatı hakkında başka ustalarla paylaşamayacağı yepyeni bir duyuşa erişmesi, işte o bunlarla usta olmuştur.
Bu kertede artık eserden değil, insandan bahsetmeye başlarız. Seneler içinde aslında bir insan birikmiştir.
Hokusai’nin kendi sanatı hakkındaki değerlendirmesini, biraz acımasız olma pahasına, hayata bütünüyle uyarlayabileceğimizi görüyorum. Hangimiz, belli bir yaştan sonra, geçmişteki “hayat sanatı”mızı eleştirmemişizdir ki? Hangi yaşlı, gençlik boyunca, sabah gün doğumundan gece yarılarına kadar inşa ettiği hayatının o herhangi bir gününü, yeni baştan ve bambaşka bir zevke mebni olarak yeniden kurmak istememiştir ki? Toprağın altı, hayatta ustalaşınca, hayat denilen şeyin de çoktan sonuna geldiğini fark eden kıdemlilerimizle dolu.
Bir insanı öldürmek, bütün insanlığı öldürmek gibidir buyuran ilahi ölçü, dikkatimizi bir insanda düğümlenmiş, bir insanda birikmiş, bir insan ölçeğinde damıtılmış insanlık anlamına çekiyor: İnsan, kolayına insan olmuyor yani. Bir insanı imha etmek, yıllar yıllar içinde, o sonsuzcasına çeşitlenip çiçeklenmiş olan anlar boyunca, insanın eriştiği o bütün bir dünyevi ve ruhsal deneyimi imha etmek anlamına geliyor. Bir insanın ilahi fiillere ve şuunata mazhariyetini yok etmek, bir insan tezgahında Allah’ın dokuduğu ve görünür kıldığı manayı yıkmak anlamına geliyor.
İnsanın topraktan binasını yıkmak yanında, kalbini yıkmak da bir cinayetten farksız. Çünkü aslında insanın insan sayılması için gereken anlam, iç dünyasında yaşanmış hayatın bir muhassalası. İnsan olmanın anlamı, içte kurulan iklimin şartlarında yaşanmış bir hayatla açığa çıkıyor. İnsan içine çıkmaya mecali olmayan ve bir yatağa mahkum olan bir kötürüm mesela, bir dış hayata sahip olmamakla birlikte, bu iç hayatı sebebiyle insan oluyor. Kalp yıkılınca, insan oluşun vasatı yıkılmış oluyor.
Ama insanın kıymetini takdir edebilmek için de kişinin önce kendisindeki insanlık cevherini takdir edebilmesi gerekir. Yani insanın kendisine bir insan olarak biçtiği değer, başka insan teklerine yönelik alakasını ve hürmetini de belirler. Başkasındaki anlamı değerli bulabilmesi için öncelikle bu anlamın kendisindeki yankısını bulabilmiş ve onu tanıyabilmiş olmalı. Yani, “Asaf’ın mikdarını (değerini) bilmez Süleyman olmayan/ Bilmez insan kadrini alemde insan olmayan.” (Ziya Paşa)
Şu dünyada insan olmaktan başka bir vazifemiz yok. İnsan olabildikçe, insan olmanın ne olduğuna dair de güçlü bir şuur kazanacağız. Bu şuur başka insanlara bakışımızda önümüzü aydınlatacak. Başka insana duyduğumuz hürmet, bizim hürmete layık oluşumuzda temellenecek. Hürmet görebilmek için değil, hürmet görmesek bile cevherimizin hürmete layık olması bakımından hürmet gösteriyor olacağız. Hürmet göstermenin, karşımızdakini yücelten bir şey olmak yerine, bizi yüce kılan, bizim insan olmaya dair şuurumuzu keskinleştiren bir şey olduğunu anlayacağız.
Hürmetten kazançlı çıkanın hürmet gösterilen taraf olduğunu sanıyorsak çok yanılıyoruz. Asıl kazançlı olan, hürmet göstererek, kendisindeki insan olma anlamını billurlaştıran, insan olmanın niteliğine dair bir aydınlanmanın peşinde olan taraftır.
Ahmet Murat - Gerçek Hayat Dergisi