İslami kimlik kapsayıcı bir düşünceye, hayat tarzına, dünya görüşüne kaynaklık eder. Dışlayıcı kimlikler, ırkçılıklardan kaynaklanır. İslami kimlik insanlığın ortak-fıtri erdemlerini-eylemlerini öne çıkarır. İslami kimliğimiz, tercihimiz ve aklımız, önce insanlık ailesine ait olduğumuzu bize hatırlatır, öğretir. Ulus-devletlerin icadından sonra, İslam dünyası toplumlarında, devlet ve ilgili devlet ideolojisinin teorisyenleri farklı etnik unsurları, farklı mezhep unsurlarını, kendi ideolojik çıkarları doğrultusunda uygun gördükleri kategorilere yerleştirdiler. Dışsal dayatmaları yoluyla toplumlarımızda kimlik rekabetleri ve karşıtlıkları oluşturmak üzere çok acımasız, çok dehşet verici manipülasyonlar yapıldı. Kamusal hassasiyetler, kamusal bilinç ve tercihler, kamusal himaye ve ayrıcalıklar, ahlaki temelde değil, devlet realizmlerinin istediği doğrultuda, ayrımcı yaklaşımlar üzerinde şekillendi.
Ulus-devlet ve ulus-devlet kutsallarına ait kutucuklara/bölümlere/parçalara hapsedildiğimiz günden bu yana Müslümanlar olarak büyük duyarlılıkları, büyük ufukları ve büyük bilinci kaybettik. Büyük duyarlılık ve bilinci kaybettiğimiz için; yüzeysel algılara, yüzeylere kapandık, fiziksel varoluşun dışına çıkmayı başaramadık, derinden hissedemez, derinlikleri anlayamaz, keşfedemez hale geldik. Müslüman olarak yaşamak, hayata, dünyaya, tarihe yönelik olarak çok yoğun, çok boyutlu bir dikkati gerektirirken, yerleşik kategorilerin sınırları içerisinde kapatıldığımız için, resmi kategorilerin sınırları içerisinde kalarak düşünmeye özen gösterdiğimiz için, evrensel dikkat ve düşünceden, evrensel nüfuz yeteneğinden büyük ölçüde uzaklaştık. Yerleşik kategorilerin, resmi kategorilerin sınırlarını aşmaya çalışmak, her zaman her toplumda risk almayı, büyük sorumluluklar üstlenmeyi gerektirir.
İslami bütüne ilişkin hassasiyetleri temsil ahlakını kaybettiğimiz için, bugün hayatlarımıza yön veren şeylerle, düşüncelerimiz açıkça farklılaşıyor. Hayatlarımıza yön veren şeyler, ahlaki karakterini kaybediyor. Bu nedenle sıradanlıklar, bayağılıklar, sahtelikler, fanatik tercihler, partizan tercihler normalleşiyor. Bayağılıkların, sıradanlıkların, ucuz popülizmlerin normalleşmesiyle birlikte, düşünmeye, sorgulamalar yapmaya, bilinçli olmaya ihtiyaç kalmıyor.
Zihinlerimiz, her durumda bilincin varoluşuyla güç, hareket, dinamizm, üretkenlik, heyecan ve derinlik kazanır. Sıradanlığı, bayağılığı normalleştiren toplumlar/kültürler bilme ve öğrenme arzusu yerine, klişelere/sloganlara, taraftarlıklara uyum sağlamaya çalışır, dışlamalar ve dayatmalardan ibaret bir söylem geliştirir. Her tür bağımlılık, her tür edilgenlik, her tür dogmatizm, tek boyutluluktan, bilinçsizlikten ve uyumsuzluktan kaynaklanır. Düşünceden bağımsız bir zihinsel hayat düşünülemez. Düşünen, tefekkür eden, akleden, fehmeden, sorgulayan zihinler, hangi kültürde olursa olsun, hangi dünyada olursa olsun, kan bağı temelinde hiç bir meşruiyetin kurulamayacağını bilirler. Akıl ve içtihad'dan bağımsız bir gelenek, ancak dogmatizmlerle hayatını sürdürebilir. Akıl ve içtihad'dan bağımsız bir kültürün bugün, bağnazlık/fanatizm dışında temsil edebileceği hiç bir iyi şey olamaz.
İslami bütüne ait hassasiyetleri, sorumlulukları, kaygıları ve ahlakı içtenlikle temsil etmeyen bir dilin, söylemin, tarzın, duruşun, yöntemin ve yapının hiç bir anlamı, değeri ve işlevi olamaz. Eski kalıplara sokulan genç kuşakların, kendi dönemlerine İslami katkıları olamaz. Eski kalıplara sokulan genç kuşaklar, hiç bir zaman eleştirel sorgulamalar yapamazlar, değişimin öznesi olamazlar. Eleştirel sorgulamalar yapma yeteneğine sahip olmayan genç kuşaklar dogmatik-yüzeysel-bağnaz-hamasi yorumların peşinde sürüklenir, yüksek sesle, yürekli bir sesle konuşamaz, düşünceyi tahrik eden bir tarzı seçemez, net bir dile sahip olamaz. Eleştirel sorgulamalar ve dikkate sahip olmayan genç kuşaklar, ancak çok tehlikeli ve çok bayağı klişeleştirmeler ve ahlak dışı karşıtlıklar içerisinde yer alabilir.
Günümüz dünyasında İslami bütünü temsil edemediğimiz için, bir yanda kuru bir lafızcılık din haline gelirken, bir diğer yanda ölçüsüz/sınırsız bir batınilik-ruhbanlık din haline geliyor. Medeni bir tavra, tarza, içeriğe, ilişki biçimine yabancılaşarak, bedevi bir tarzı ve kaba bir ilişki biçimini seçtiğimiz için maalesef, bugün daha çok kabile-ırk-mezhep-cemaat derecelendirmeleriyle ilgileniyor, bunlar üzerinde yoğunlaşıyoruz. Bu nedenle de, karşı karşıya bulunduğumuz büyük meydan okumalara İslami yanıtlar veremiyoruz. Yaşanan büyük sorunlara, etkili ve yaşayan yanıtlar vermemiz gerekiyor. Dogmatik tercihler tek boyutlu kişilikler, tek boyutlu klişe/yanıtlar oluşturuyor. Dogmatik tercihler İslam'ı ve Müslümanları yoksullaştırıyor. Dogmatik tercihlerimiz sebebiyle yeni bir tarihte yaşıyor gibi değil, eski bir tarihte yaşıyor gibi yaşıyoruz. Bu tercihler sebebiyle, esasa ilişkin, temellere ve bütünlüklere ilişkin farkındalıklara sahip değiliz. Bu tercihler sebebiyle emperyalist unsurlar tarafından kolaylıkla araçsallaştırılabiliyor, kontrol edilebiliyor, yönlendirilebiliyor, İslami-ahlaki olmayan rekabetlere-karşıtlıklara ikna edilebiliyoruz. Her dogmatizm, zihinsel-düşünsel-ahlaki bir tembellik oluşturuyor, derin düşünceye, derin bilgiye yabancılaştırıyor. Sözünü ettiğimiz tembellikler sebebiyle, kendi hayati önceliklerimiz hakkında kendimiz karar vermiyoruz. Nerede, nasıl, kiminle aynı hizada yer alacağımıza, kimlerle birlikte görünüp görünmeyeceğimize emperyalist unsurlar karar veriyor. İslami ufku, perspektif ve duyarlılığı terk ederek, post-İslamcı bir konumu seçtiğimiz için, konformist muhafazakar bir konumu seçtiğimiz için, hiçbir emperyalist müdahale-istiskal politikası-uygulaması bizleri rahatsız etmiyor, anti-emperyalist bir duruşun, konumun, dilin, mücadelenin, örgütlenmenin, eylemin nasıl olması gerektiğini hatırlamıyoruz. Egemen resmi retorikle uzlaştığımız için, eleştirel bir dikkate ihtiyaç duymuyor, bu konuda derin düşünmek yerine, derin bir sessizliği, tepkisizliği seçiyoruz. Konumumuzu İslami kaygılar/hassasiyetler değil, konjonktür ve reel politik belirliyor.
İslami Analiz