Neydi bu Andımız ve kim tarafından yazılıp uygulamaya konulmuştu? 1893 Rodos doğumlu ve Ankara’daki büyük bir caddeye ismi verilen Dr. Reşit Galip, 17 Mart 1923’te Mustafa Kemal Mersin’e gittiğinde Millet Bahçesi’nde düzenlenen toplantıda, “Sizin karşınızda, zaferlerinizden bahsetmeye lüzum var mı? Grueland'daki Eskimolardan Afrika'nın yanık ve kızgın çölleri ortasında sam yellerinden haber uman zencilere kadar herkes öğrendi... Sen bu milletin yalnız müncisi, yalnız bir halaskarı (kurtarıcısı) ve yalnız bir kahramanı değilsin, sen bunlardan daha çok büyüksün; sen bu milletin bir ferdisin. Senin en birinci büyüklüğün bu milletin bir ferdi olmakla iktifa ve iftihar etmekliğindir"sözleriyle dikkat çekmiş ve Ankara’ya çağrılmış.
Sonraki yıllarda Mübadele Komisyonu Delegesi, Aydın Mebusu, Ankara İstiklal Mahkemesi Azası, Türk Ocakları Merkez Heyeti Başkan Vekili, Türk Tarihi Tetkik Encümeni Genel Sekreteri, Türk Tarih Kurumu Genel Sekreteri, CHP Genel Yönetim Kurulu Üyesi ve Halkevleri Kurucusu olmuş. Andımız’ı Maarif Vekili olduğu dönemde 23 Nisan 1933 günü kendi kızlarının okuması için yazmış ve ardından da bir bakanlık genelgesiyle Cumhuriyet’in 10’uncu yılından itibaren her sabah ilkokul çocuklarına kutsal bir ayin gibi okutturuldu.
İlk şekli, “Türküm, doğruyum, çalışkanım. Yasam, küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, budunumu özümden çok sevmektir. Ülküm, yükselmek, ileri gitmektir. Varlığım Türk varlığına armağan olsun” sözlerinden oluşuyordu.
12 Mart döneminde ‘budunum’ kelimesi yerine ‘milletim’ değişikliği yapılmış ve bir de ilavede bulunularak “Ey bu günümüzü sağlayan, Ulu Atatürk: açtığın yolda, kurduğun ülküde, gösterdiğin amaçta hiç durmadan yürüyeceğime ant içerim. Ne mutlu Türküm diyene” sözleri de ilave edilerek müellifinin bile akıl edemediği bir içerikle zenginleştirilmiş. 28 Şubat döneminde ise ‘Ulu Atatürk’ yerine ‘Ey Büyük Atatürk’değişikliği yapılmış.
2013 Ekim ayında kaldırılması sonrasında, statükocu çevreler, faşist çevreler ve kendilerini hala solcu sayan bazı çevreler büyük bir tepki göstermiş ve bu işin burada bitmeyeceğini ilan ettiler. Geçtiğimiz günlerde, Danıştay 8. Dairesi’nin 2018/2319 No’lu kararıyla yeniden okutulmasına karar verildi. Karar gerekçesinde ise şu ilginç ifadelere yer verilmiş:
"Dava konusu kararı hukuki bir zemine oturtacak, idarenin takdir hakkını ve düzenleme yetkisini kamu yararı ve hizmet gerekleri uyarınca kullandığını ortaya koyacak yeterli bilimsel gerekçenin bulunmadığı, Türk Devletini ve milletini ebediyete kadar yaşatacak, çağdaş uygarlığın ve medeniyetin ortağı ve öncüsü yapacak, toplumun ve kişilerin refah, huzur ve mutluluğunu sağlayacak yeni nesillerin yetiştirilmesi olan milli eğitim sistemimizin temel amaçlarını gerçekleştirmesini içeriği itibarıyla sağlamaya yardımcı olabilecek nitelikteki öğrenci andının kaldırılmasına ilişkin değişikliğin haklı ve hukuksal temellere dayandırılmadığı anlaşıldığından dava konusu düzenlemede hukuka uyarlık görülmemiştir.”
Peki, hiçbir bilimselliği olmayan, adamın birinin bir gece kendisine gelen bir “ilham” sonucu küçük kızlarına okutmak üzere yazdığı bir saçmalığı 80 sene boyunca bütün bir ülkenin 6-12 yaş arası çocuklarına her sabah bağıra bağıra okutarak tekrarlatmak çok mu bilimseldi? 80 yıl boyunca her sabah bu ayini okuyarak güne başlayan kaç çocuk o metinde yazan sözlerle doğru ve çalışkan birer insan oldu?
Bir tür fedailik yemini olan bu sözüm ona “bilimsel” metni ezberleyen kaç çocuk varlığını Türk varlığına hediye etti? Küçücük çocukların anlamadan okudukları bir metinle, varlıkları neden Türk varlığına armağan olmalıymış? Bu metni okuyan çocukların en zeki olanları ve büyük bir kesimi, neden biraz büyüdüklerinde ülke bütünlüğü için tehlikeli görülerek, düşman ve terörist ilan edilip, en güzel yılları hapishanelerde süründürülerek hayatları karartılmak istendi?
Keza Türk soyundan olmayan ve başta milyonlarca Kürt çocuğu olmak üzere diğer etnisitelere bağlı çocuklar, bu ayini okurken neler hissediyorlardı? Şahsen ben de dâhil hiçbirimiz bu metni uyduranlara rahmet okumadık. Okumadığımız gibi, hiçbirimiz de ne devlete sempatiyle baktık, ne de bir yakınlık duyduk.
Maarif Vekili olduğu dönemde dinin Türkleştirilmesi amacıyla “Müslümanlık Türk’ün Milli Dini” adlı bir tez hazırlayan, bu kapsamda ezanın Türkçe okunmasında aktif bir rolü olan Reşit Galip, yaptığı kafatası ölçümleriyle de tanınır. Çankaya’da sofra işlerine bakan Cemal Granda’nın ‘Atatürk’ün Uşağının Gizli Defteri’ adlı kitabında, “Dr. Reşit Galip, elinde bir makineyle herkesin kafasını ölçüyor... Hatırımda kaldığına göre 77-79 gelen kafalar Dolikesefal, 81’den ileri olanlar Brakisefal. Atatürk’ün başı ölçüldü ve 81 geldi…”
1932’de Türk Tarih Kongresi’nde sunduğu ‘Türk ırk ve medeniyet tarihine umumi bir bakış’ başlıklı “bilimsel” tebliğindeki ırkçı sözleri de unutulacak gibi değil. “Uzun boylu, uzun beyaz simalı, düz veya kemerli ince burunlu, muntazam dudaklı, çok kere mavi gözlü ve göz kapakları çekik olarak değil, ufki (yatay) açılan ‘Türk’, beyaz ırkın en güzel örneklerinden biridir…” dedikten sonra konuşmasını büyük alkış toplayan şu sözlerle bitiriyor: “ Türk tarihi Ergenekon’dan çıkacaktır.”
Muhtemelen Andımız’a bağlı kalarak yetişen ender sayıdaki insanlardan biri olan ünlü Prof Dr. Celal Şengör’ün, 1 Kasım 2018 günü, Selim Öztürk'e verdiği röportajda, kendisi şeceresiyle ilgili olarak Reşit Galip’in Türk ırkı tarifine tıpa tıp uygun bir itirafta bulundu.
"Babaanneme bakıyorum mavi göz, sarı saç, şahane bir endam Sırp kızı gayet açık, dedeme bakıyorum tipik bir Arnavut. Anneanneme bakıyorum tipik bir Helen. Hepsi de Türk, pasaportlarında Türk yazıyor…" diyen Prof. Şengör, "Ben bugün kendimi bir Türk milliyetçisi olarak tanımlarım, damarlarımda bir damla Türk kanı yok, ama Atatürk milliyetçiliğidir bu… Biz göçmen değiliz Türkiye Cumhuriyeti'ni kuranlarız, biz olmasak Türkiye Cumhuriyeti olmayacaktı belki de Sevr'e hapsolmuş oturuyor olacaktık" ifadelerini kullandı.
Reis-i Cumhur Tayyip Erdoğan ise Danıştay kararı sonrasında, Andımız için “İyi niyetli görmüyorum. Metne baktığın zaman içerik itibarıyla bu metin, bu milletin kültürünü, bakışını ortaya koyan bir metin değildir… Kimse Türklüğünü inkâr etmiyor ki. Ben Türk'üm, Türkçü değilim. İslam, ırkçılığı reddeder” değerlendirmesinde bulundu.
Öte yandan Minez Bayülgen’in 3 Kasım’da Diken sitesindeki röportajında “Kürt siyasetinin en dikkate alınan isimlerinden HDP Grup Başkanvekili” nitelendirdiği eski Mazlum-Der Başkanı ve Kars Mebusu Ayhan Bilgen ise, 80 yıl sürdürülen bu zoraki yaptırım tartışmasının gündeme gelmesinden rahatsızlık duymuş ve gereksiz bulup şöyle yorumlamış:
“Vatandaşın odağını ekonomi ve dış politika hatalarından uzaklaştıracak gündemlere takılmamak çok önemli. Son günlerdeki bazı tartışmalar iktidarın ekmeğine yağ sürüyor… İşsizliğin önlenemez artışı, yoksulluk gibi tartışılması gereken pek çok konu var önümüzde. Oysa biz fotoğrafın küçük bir parçasına takılıyoruz. Hal böyle olunca bu tartışmalar kimin işine yarıyor? Herkes kendi mahallesini tahkim etsin, orayı korusun daha da sıkılaştırsın… Bu tartışma işte buna hizmet ediyor.”
Ne diyelim, Allah cümlemize akıl sağlığı versin.
| Ümit Fırat - K24 |