Tarih, özellikle yakın tarih tanıktır.
Yaşanan demokratik çıkışlar, özgürlükler sahasının genişlediği evreler, bu toplumun en güçlü, en özgüvenli, en bütünleşmiş zamanları oldular.
Siyasi iktidarların toplumsal farklılıkları kuşattığı, farklılıklar arasında özgürlükler üzerinden köprüler kurduğu, sihirli özgürlük değneğinin her kesime değdiği dönemler, istikrarın, değişimin, büyümenin de şaha kalktığı anları oluşturdular.
Pazar günü Yenikapı'daki mitingin böyle bir boyutu da vardı.
Atlatılan darbe tehlikesine, yaşanan ağır siyasi kutuplaşmaya rağmen küçük bir demokrasi rüzgarının ya da kimlik ve değer siyasetinden uzak duran küçük bir bakışın bile, (HDP'nin yokluğuna rağmen) umutları yeşertebileceğini, siyasi iklimi değiştirebileceğini gördük.
Yenikapı'da ve diğer kentlerde meydanda toplanan, televizyonları başında yapılan konuşmaları ve gövde gösterisini katılarak izleyen milyonlar, farklılıklarıyla ve ortaklıklarıyla sadece demokrasi talebine değil, sadece demokrasi ve toplum olma arasındaki ilişkiye işaret etmekle kalmadılar.
Aynı zamanda bu ülkenin sadece ve sadece demokrasiyle yönetilebileceğini gösterdiler.
Geleneğimizin cemaatçi toplumsal doku, ataerkil siyasi kültür gibi demokratik düzenin çalışmasını zorlaştıran, hatta onları iten unsurlarına rağmen ve paradoksal olarak, bu dokunun ancak onun tüm parçalarını kuşatan bir iklimde yaşayabileceği, gelişebileceği artık deneyimle sabittir.
Etyen Mahçupyan'ın son yazısında yaptığı şu tespit umarım, iktidarından muhalefetine tüm siyasi liderler tarafından yapılmıştır:
“Bu toprakların tarihine, siyasi kültürüne, sosyolojik ve ideolojik zeminine serinkanlılıkla baktığınızda şu tespitten kaçınmanız zor: Hiçbir sivil kesim veya kimlik, ne denli çoğunluk olursa olsun, Türkiye'yi tek başına yönetemez… Seçim kazanabilirsiniz. Hatta bütün seçimleri de kazanabilirsiniz… Ama sivil alanda sahici ve çoğulcu bir iletişim ve karar mekanizması kuramaz, hele bundan bilinçli olarak kaçınırsanız, bu ülkeyi yönetemezsiniz...”
Türkiye'nin son yılları buna açık delil oluşturuyor.
Şimdi önümüzde yeni bir fırsat var.
Ancak aynı zamanda zorlu koşullar var.
Gülen tehlikesi hiçbir şekilde bitmiş değil. Harp okullarına, mevcut öğrencilerine yönelik büyük soru işaretleri var. Albay altı rütbelerle ilgili ciddi endişeler var. Adliyeyi, askeriyeyi, emniyeti kontrol eden bir yapının dev gibi mülkiye ayağı var. Birkaç yıllık değil, 30-40 yıllık, sadece siyasilerin hemen herkesin bilerek bilmeyerek “ortak olduğu” bir kara örgütlenmeden söz ediyoruz.
Kendisini devlet gücü kılmış gizli yapılanma hakkında kanıt bulmak, iz sürmek zor, ama kaçınılmaz.
Sadece bu tablo bile her tür liyakat mekanizmasını bozacak, sadakatı öne çıkaracak bir güvensizlik ruh halini hakim kılmaya yeterli...
Sadece bu tablo bile (aynı 17-25 Aralık sonrası HSYK kanununun çıkarılmasında olduğu gibi bir ucu cemaat felaketine diğer ucu onun önünü almak için hukuk sınırlarını zorlayan önlemlere uzanan) ikili otoriterleşme baskısı altında kalkmak için yeterli...
Türkiye bugün iktidarı ve muhalefetiyle, emniyeti ve adliyesiyle bu paradoksu yönetmek, bu paradoksun içinden çıkmak zorunda.
Uzlaşma ve katılım ise bu istikamette en önemli araç...
Tasfiyeler ve tedbirlerde kaçan ve kaçacak ölçüler konusunda hassas olmak, sık ve sürekli düzeltmeler yapmak bu istikamette en önemli sağlama mekanizması...
Başarmak pek ala mümkün.
Ali Bayramoğlu - Yeni Şafak