Geçtiğimiz haftalarda basında ufak bir haber yer aldı şu başlıkla: “Erdoğan, Müslümanlar’ın en cesur lideri”. Söyleyen kişi şu sıfatla anılıyordu: Tony Blair’ın baldızı. Ben bu “baldız”ı tanıyordum, zira bir süredir “hakkında yazacaklarım listesinde” bulunan Lauren Booth’un ta kendisi olmalıydı. Haberi açınca yanılmadığımı gördüm. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı öven kişi Lauren Booth’tu. Türkiye kamuoyu ona ilk kez de rastlamıyordu. Geçtiğimiz yıllarda Filistin davasını sahiplenen söylemleri ile bilumum haber sitelerinde (ağırlıklı olarak da İslami tandanslı sitelerde) yer almıştı ismi. Hatta birkaç yıl önce Cüneyt Özdemir’in programına dahi telefonla bağlanmışlığı vardı.
Peki, kimdi Lauren Booth?
Her defasında “Tony Blair’ın baldızı” olarak gelen Booth’un hayat hikâyesi neydi?
Lauren Booth’un hayat hikâyesine geçmeden evvel şunu belirtmeliyim: Ben, Booth’un “Tony Blair’ın baldızı” olarak anılmasını hiç yadırgamıyorum. Kendisi böyle bir şeyden rahatsız mıdır bilinmez ama her şeyden önce bu durum hayatın olağan akışına uygun. Birazdan göreceğiz; Booth’un hayat hikâyesi ve duruşu, kendisinin zıttı olarak tezahür eden meşhur eniştesi üzerinden tanımlanmasını da manalı kılıyor.
Lauren Booth, 1967 yılının bir yaz günü Londra’da dünyaya geliyor. Kuzey Londra’da büyüyor. Ömrü boyunca İngiliz İşçi Partisi’ni desteklemiş ve sonraları kızını İşçi Partisi tarihinin en meşhur liderlerinden biri olacak olan Tony Blair’e gelin verecek olan İngiliz aktör Tony Booth’un kızı olarak sanat camiasının içinde gençlik yıllarını geçiriyor. Aslında son derece tuhaf aile ilişkileri ve türlü kopukluklar yaşayan Booth ailesinin hâli, Lauren Booth’un geçmişini ve aile ilişkilerini anlamak için dikkate değer. Ancak yazıda Booth’a dair bahsetmek istediğimiz noktaların yanında magazinel kaldığı için bu alanı pas geçiyorum. Sadece iki şeyi bilmek önemli: Birincisi, Tony Blair’ın eşi olan Cherie Blair(eskiden Booth) ile Lauren Booth baba bir kardeşler. Yani anneleri farklı. İkincisi ise baba Tony Booth, kızını tekrar görmek istemediğini söyleyecek kadar ondan haz etmiyor. Farklı kaynaklarda Lauren Booth’un, öz annesinden de nefret ettiğini okuyoruz (Ama bir diğer kaynakta da Lauren Booth’un Müslüman olduktan sonra annesi ile yaşadığı duygusal bir diyalog aktarılıyor. Hem de Booth’un ağzından. Ortada bir tezat var ancak işin içinden çıkamadığım için iki bilgiyi de aktarmış olayım). Yarı-öz kardeşi Cherie Blair ile de aralarının pek iyi olduğunu sanmıyorum. Velhasıl, Lauren Booth aslında kendi ailesinin haricinde kalmış bir isim. Cherie Blair ile Lauren Booth’un da biyolojik aile bağları dışında pek ilişki içerisinde olduğunu söyleyemeyiz.
Filistin ziyareti hayatını değiştirdi
Gençlik yıllarını sanat/ sinema çevresinde geçiren Lauren Booth, Londra Sahne Sanatları Akademisi’nde eğitim aldı ve dâhil olduğu tiyatrolarla Avrupa turnelerine çıktı. Yıl 1997’ye geldiğinde ise gazeteciliğe adım attı. İlk durağı ufak bir kuruluş olan London Evening Standard oldu. Orada köşe yazarlığı yaptıktan sonra 1999 yılında ulusal çapta bilinen ve politikaya dair yayın yapan New Statesman dergisinde yazmaya başladı. Burada çalıştığı 4 yıl içerisinde bir yanda The Mail on Sunday gazetesinde de köşe yazarlığını sürdürdü. Köşe yazarlığı yaparken gazetesi adına 2005 seçimlerini takip etmek için Filistin’e gitti. Bu ziyaretin akabinde ise Filistin meselesine dair bir ilgi uyanmaya başladı içinde. Orada şahit olduğu manzara onu etkiledi. 2006 yılında Filistin’e yardım amaçlı kurulan fonlara bağış toplayıcısı olarak gönüllü yardım etmeye uzanan bir etkilenmeydi bu. Hatta şu hikâye o günlerdeki hislerini gayet iyi anlatıyor: İsrail polisi havaalanında çantalara el koymuş Booth ve diğerleri Filistin’e giriş yaparken. Bu sebeple Ramallah’a vardığında üzerinde sade bir ceketle kalakalmış ve onun hâlini gören yaşlı bir Arap kadın kolundan tutup Booth’u kendi evine götürmüş. Booth ilk başta tedirgin olmuş, “Acaba kaçırılıyor muyum?” diye düşünmüş. Ancak yaşlı kadın ona palto vs. verip içten bir yardım sununca utanmış düşündüklerinden. Takip eden günlerde sokaklardaki Araplar’ın ona sıcak tavrı iyiden iyiye kırmış önyargılarını, hatta bir utanç dahi yaşamış. Tüm bu yaşanmışlık sayesinde Filistin’e el uzatmaya karar vermiş. Ellerinde avuçlarında bir şey kalmayan bu insanların inancına ve samimiyetine hayran olmuş çünkü…
Filistin meselesinin içine girdikçe Müslüman toplumun da içine girmiş oldu Lauren Booth. Aktiviteleri ve kariyeri de bu yönde şekillendi bir nevi. 2006 yılında ülkesinde yayın yapan Islam Channel’da çalışmaya başladı ve 2008 yılına kadar “In Focus” isimli programı sundu. Bu sırada Filistin meselesine dair faaliyetleri artıyordu. Nitekim 2008 Ağustosu’nda vahşi ambargoyu delmek ve sağır çocuklara yönelik bir okula gerekli ekipmanı ulaştırmak için 46 aktivist ile beraber “dünyanın en büyük konsantrasyon kampı” diye adlandırdığı Gazze’ye doğru yola çıkan gemide yer aldı. Hatta Gazze’ye ulaştıktan sonra hem İsrail’e hem de Mısır’a giriş hakkı verilmediği için bir süre Gazze’de mahsur dahi kaldı. Bu sırada İsrail’in uluslararası hukuku alenen deldiği sitemini yapıyordu. Ancak tarih hususunda yanılmıyorsam dönemin Hamaslı Başbakanı İsmail Haniye tarafından VIP Filistin pasaportuna layık görülüşü de bu döneme denk geliyordu. Nitekim Gazze ziyaretinde karşılaştığı zorluklar onu yıldırmamış ve 2009’da Gazze’ye yardım götürmek üzere yola çıkan meşhur “Viva Palestine Konvoyu” ile Booth, Gazze’ye dönmüştür. Nitekim daha sonra 2012 yılında kurucuları arasında yer aldığı Peace Trail isimli yardım kuruluşunun faaliyetleri çerçevesinde Gazze’ye birkaç kez daha gelecektir. (Kişisel notumu düşeyim: Peace Trail, Booth’un bizzat inisiyatif alıp Filistin meselesine dair faaliyetlerde bulunması anlamına gelen önemli bir sembolik noktadır. Fakat bu yardım kuruluşunun şu an ne kadar aktif olduğu soru işareti… İnternete bakılırsa artık pek bir aktivitesi kalmamış)
Fatıma Ma’sume Türbesi’ni ziyaret ederken…
Öte yandan Booth’un tek odaklandığı mesele Filistin değildi. Eniştesi Blair’ın ABD’nin peşine takılarak katıldığı Irak işgalini kınıyor ve bunu kamuoyu nezdinde dile getiriyordu. “Savaşı Durdur Koalisyonu” (Stop the War Coalition) destekçisi ve sözcüsüydü. Eylemlerde işgal karşıtı konuşmalar yapıyordu. 2011 yılında Cageprisoners isimli insan hakları organizasyonuna katılması da yine Booth’un başka meselelere de eğildiğinin bir diğer kanıtıdır. Cageprisoners’ı kısaca açıklamak gerekirse İslami tandanslı bir kuruluş olup 11 Eylül sonrası küresel terör paranoyası dâhilinde Müslümanlar’a yapılan sayısız işkence ve hak mahrumiyetinin peşine düşmüş bir organizasyon diyebiliriz.
2008’den sonra ise hayatında önemli bir eşik olacak İran menşeili Press TV’de çalışmaya başladı. 4 yıl boyunca burada önemli yayınlara imza attı. Bunlar arasında pek tabii Filistin ile alakalı programlar da önemli bir yer tutuyordu. Ancak İran kanalında çalıştığı yılları özel kılan hadise asıl olarak ihtida edişidir. Allah’ın kime nerede hidayet kapısını açacağı belli olmuyor, Booth da herhalde bir İran kanalında çalışıyor olduğundan ötürü İran’da bulunduğu bir dönemde ihtida ediyor. 2010 yılında meşhur Kum şehrinde Fatıma Ma’sume (12 imamın 8.si olan İmam Ali Rıza’nın kardeşi imiş) Türbesi’ni ziyaret ederken daha önce hiç hissetmediği bir manevi yoğunluk hissettiğini ve zaten o döneme kadar önyargılarının kırıldığı kadar kalbinin iyice ısındığı İslam’ı kucaklamaya karar verdiğini söylüyor. Aslında türbe ziyareti, İsfahan’a doğru yol alırlarken bir arkadaşının orada durmak ve ziyarette bulunmak istemesiyle gerçekleşiyor. Yani Booth’un özel bir motivasyonla oraya gitmesi söz konusu değil. Kısacası ne oluyorsa orada nasip oluyor ve bu tesadüfi ziyaret Booth için bir kırılma noktası hâline geliyor. Bu arada belirtmek gerekir ki insanın aklına bu hikâyeden sonra “Acaba Şiiliği mi seçti?” sorusu geliyor ancak Booth böyle bir şey olmadığını söylüyor. Dahası, “hiçbir mezhebe bağlı değilim, sadece Müslüman’ım” tarzında bir söyleme sahip.
2014 yılında anavatanı İngiltere’de o dönem yeni açılan British Muslim TV’de “Talking Booth” isimli programı sunuyor. Akabinde ise Katar’daki büyük haber kanalı Al Jazeera’dan yapımcılık teklifi alıyor ve orada çalışmaya başlıyor (Sanıyorum ki hâlâ Katar’da kendisi zira Twitter adresinde bulunduğu yer olarak Katar gözüküyor).
Müslüman dünyanın sorunlarına eğilmeye devam ediyor
İhtida ettikten sonra ve yaptığı işler, yürüttüğü aktiviteler itibariyle Müslüman dünyaya daha da yakınlaşan Booth, Filistin davasının savunuculuğunu da sürdürüyor. Filistin direnişini, Hamas gibi direniş gruplarını “ama’sız” desteklediğini gösteren şu konuşması iyi bir örnek olarak sunulabilir: https://www.youtube.com/watch?v=5yB_vA_dsXg
Mavi Marmara’da olamadığı için pişmanlığını da açıkça deklare eden Booth, arada Türkiye’ye de geliyor. Daha önce Konya’da, Samsun’da programlara katıldığını biliyoruz. Türkiye ziyaretleri demişken tabi ki Cüneyt Özdemir’e konuk olduğu şu programı da not etmek gerekiyor: https://www.youtube.com/watch?v=KEwHTpLh9OA
Sosyal medyadan da görebildiğimiz kadarıyla azımsanmayacak bir takipçi kitlesine hitap eden Lauren Booth, hâlâ Müslüman dünyanın sorunlarına eğildiğini ortaya koyan faaliyetlerine devam ediyor. Bir İngiliz mühtedi olarak zaten artık doğrudan kendine yönelik de bir sorun olan İslamofobi bunlardan biri. Booth hakkında gerçekten ağır ithamlar içeren ve bir kısmı İslamofobik yaklaşımlar sergileyen yazılar okudum. Daily Mail gazetesinde bir uzun yazı vardı mesela kendisi hakkında, aklıma ilk o geliyor.
Booth’un gündeminde pek tabii bu aralar göçmenler de ciddi bir yer tutuyor. Türkiye’nin 3 milyon mülteciye kucak açmasından övgü ile bahsederken Avrupa’nın tavrı için “utanıyorum” diyor. Al Jazeera’da hâlâ eski görevini (yapımcılık) sürdürüyor mu bilgim yok lakin arada Al Jazeera İngilizce versiyonunda yazıları yayımlanıyor. Basındaki en güncel yazılarına ise Huffington Post’ta rastladım.
Peki, genelde “Tony Blair’ın Baldızı” olarak anılan Lauren Booth’un Blair hakkındaki görüşleri nedir? Yazıyı bundan bahsederek kapatalım:
"Tony Blair, belki de şu anda Bahamalar'da tatildedir. Filistin halkına, kadınlarına, çocuklarına hiçbir yararı yok ve görevinden hemen istifa etmelidir. Eğer onu bulursanız onu aradığımı söyleyin."
“Tony bir Faith Foundation (Türkçe’ye tam çevirince biraz tuhaf duruyor ama Din/İnanç Vakfı gibi bir isme denk düşerdi herhalde) kurmuş. Bunun gibi dinler arası diyalog yürütme saikiyle kurulan çok organizasyon var, ‘radikal’ Müslümanlar’ı ılımlılaştırmak adına… Böylece onların politik zeminde bir ses yükseltmelerine engel olunuyor, bu organizasyonlar aslında İslam’a karşıtlığın bir tür kılıfı. Tony’nin de vakfına inanmıyorum. Milyonlarca Iraklı Felluce’de kimyasal silahlarla öldürülürken…”
Kendi sitesi için: http://www.laurenbooth.org/
Deniz Baran- Dünya Bizim